Al-i İmran Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

21 - Allah'ın ayetlerini inkâr edenleri, peygamberleri sebepsiz olarak öldürenleri ve adaleti emreden insanları öldürenleri acıklı bir azapla müjdele!

22 - Onların emek ve çabaları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlara yardım eden bulunmaz.

İşte asla şüphe götürmeyen son budur.. Acıklı bir azap. Onu dünya ya da ahiret ile sınırlamıyor. Burada da orada da beklenmektedir . Bu, aynı zamanda onların dünya ve ahiretteki amellerinin boşa çıkarılışını da renkli bir ifadeyle vermektedir. Ayet-i kerimede bunun için kullanılan "hubût" kavramı; zehirli bir ot yiyen hayvanın öleceğine bir alamet olarak şişmesidir.. Bu insanların eylemleri de böyledir. Gözleri de büyüdükçe büyür ve şiştikçe şişer. Yalnız bu, boşa çıkma ve yok olma ile sonuçlanacak olan şişmeden öte bir şey değildir. Çünkü hiçbir yardımcı onlara yardım etmeyecek ve hiçbir avukat onları savunmayacaktır

Burada Allah'ın ayetlerini inkar etmenin yanında peygamberleri haksız yere öldürmekten söz edilmiştir. Zaten bir peygamberi haklı olarak öldürmek diye bir olay olamaz. Bununla beraber insanlar arasında adaleti yaymaya çalışanların, yani gerçek adalet üzerinde kurulan ve adaleti gerçekleştirmenin biricik şekli olan Allah'ın yoluna uymaya çağıranların öldürülmesinden bahsedilmiştir... İşte bu niteliklerin burada söz konusu edilmesi tehdidin yahudilere yönelik olduğunu ele vermektedir. Bunlar, tarihleri boyunca her anıldığında yahudileri hatırlatan başlıca niteliklerdir! Fakat bu, aynı zamanda sözün hıristiyanlarada yönelik olmasına engel değildir. Hıristiyanlarda bu tarihe kadar hıristiyan olan Roma devletinin resmi mezhebine aykırı düşen mezheplere bağlı insanlardan binlercesine öldürmüşlerdi. Bu haksız yere öldürülenler arasında yüce Allah'ın birliğine ve İsa'nın (selâm üzerine olsun) normal bir insan olduğuna inananlar da vardı. öldürülenler aynı zamanda adaleti yaymaya çalışan insanlardandı... Bu, ayrıca buna benzer çirkin eylemlere girişen herkesi kapsayan sürekli bir tehdittir... Ve bu tipler her zaman o kadar çoktur ki...

Kur'an'daki "Allah'ın ayetlerini inkar edenler" ifadesinin ne anlama geldiğini sürekli hatırda tutmak gerekir. Bundan amaç, sadece açıkça kafir olduğunu söyleyenler değildir. Uluhiyetin tek olduğunu ve yalnız O'na ibadet edilmesi gerektiğini kabul etmeyen herkes bu ifadenin kapsamına girer. Bu ise, yasama, yönlendirme, değer yargıları ve ölçüleri belirlemekle kulların hayatlarına hükmeden otoritenin tek olması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kim başta bu konulardan birinde Allah'tan başkasına bir pay ayırırsa o Allah'a ortak koşmuş veya O'nun uluhiyetini inkâr etmiş olur.. )sterse dili ile bin defa müşrik olmadığını, Allah'ın uluhiyetini kabul ettiğini söylesin. Gelecek ayeti kerimelerde bu sözün doğruluğunu daha net olarak göreceğiz.

23 -Allah'ın kitabından kendilerine bir pay verilmiş olanları görmedin mi? Bunlar aralarında hüküm versin diye Allah'ın kitabına çağırılıyorlar, fakat sonra aralarından bir grup bu kitaba karşı çıkarak sırt çeviriyor.

24- Bu olumsuz tutumları, onların `Cehennem ateşi bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacak' demelerinden kaynaklanıyor. Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür.

25 - Acaba geleceği kuşkusuz bir gün onların bir araya getirilecekleri ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin herkese kazandığı verileceği zaman halleri nice olur?

Bu soru onların çelişkili tuhaf tutumlarını yadırgamak ve duyurmak içindir. Kendilerine kitaptan bir pay verilenlerin tutumudur bu. Bu pay, yahudiler için Tevrat, hıristiyanlar için Tevrat ile beraber İncil'dir. Hem Tevrat hem de İncil, kitaptan "bir pay"dır. Çünkü Allah'ın kitabı, Allah'ın elçilerine gönderdiği uluhiyetinin ve otoritesinin birliğini işlediği kaynaktır. Aslında bu tek bir kitaptır. Bu kitaptan bir pay yahudilere bir pay da hıristiyanlara verilmiştir. Kur'an daha önceki dinlerin bütün esaslarını kapsadığından ve kendisinden önceki kitapları doğruladığından müslümanlara da kitabın tamamı verilmiş olmaktadır... "Kendilerine Kitab'tan bir pay verilenlere" Sonra da ayrılığa düştükleri konular ile yaşayışlarında ve günlük hayatta aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağırıldıklarında hep birlikte bu çağrıya kulak vermeyenlerin durumu ile onlardan bir grubun Allah'ın kitabını ve yasasını hakem kabul etmekten geri kalışına ve ondan yüz çevirmesine hayret ifade eden bir sorudur bu. Allah'ın kitabından herhangi bir paya iman etme iddiası ile çelişecek ve kendilerinin kitap sahibi olduklarını söylemeleriyle bağdaşmayacak bir tavırdır bu...

Sonra bu çirkin ve çelişkili tutumun nedenine parmak basılıyor:

"Bu olumsuz tutumları onların 'Cehennem ateşi bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacak' demelerinden kaynaklanıyor. Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür."

İşte Allah'ın Kitabı ile muhakeme olunmayı bu nedenle reddediyorlar ve yine bu yönden iman iddiası ve kitap sahibi olma davası ile çelişkiye düşüyorlar. Başlıca neden kıyamet gününde ciddî hesap vereceklerine, şaşmayan ve taraf tutmayan ilâhî adaletin ciddiyetine inanmamış olmalarıdır. Bu, onların şu sözlerinde ortaya çıkmaktadır:

"Cehennem ateşi bize saydı birkaç gün dışında dokunmayacak"

Yoksa onlar neden sayılı günler dışında ateşin kendilerine dokunmayacağını söylesinler! Neden? Gerçekte ise onlar, her şeyde Allah'ın Kitabını esas almaktan oluşan din gerçeğinden temelli sapmış bulunuyorlar. Eğer onlar gerçekten Allah'ın adaletine inanıyorlarsa, neden böyle söylesinler! Hatta, onlar gerçekten Allah'ın huzuruna varacaklarının bilincinde olsalar böyle mi yaparlar! Onlar iftiradan başka bir şey söylemiyorlar. Sonra bu iftiraları kendilerini de kandırıyor:

"Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştü."

Gerçekten Allah'la buluşma inancının ciddiyeti ve bu buluşmanın gerçekliğinin bilincinde olmak ile O'nun cezasını ve adaletini düşünmedeki bu gevşeklik bir kalpte birleşemez...

Gerçekten ahiret korkusu ve Allah'tan haya etme duygusu ile Allah'ın Kitabı ile muhakeme olunmaktan ve hayatın her alanında onu hakem kabul etmekten yüz çevirmek bir kalpte bulunamaz...

"Acaba geleceği kuşkusuz bir gün bir araya getirilecekleri ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin herkese kazandığı verileceği zaman halleri nice olur?"

Bu nasıl bir tehdittir? Bu günün, Allah ile karşılaşmanın ve O'nun yüce adaletinin ciddiyetini kavrayan, düşüncesi ve bilinci boş umutlar ve aldatıcı uydurmalarla sulanmamış her müminin kalbi bu tür tehditlerle karşılaşmaktan ürperir. Sonra bu, herkesi ilgilendiren genel bir tehdittir... Müşrikleri, hakk ile batılı karıştıranları, ehli kitabı ve müslümanlık iddiasında olanları bütün olarak kapsamaktadır. Onlar hayatlarında İslâm'ı gerçekleştirmeme hususunda denktirler.

"Acaba geleceği kuşkusuz bir günde... Halleri nice olur?"

İlahi adalet yerini bulduğunda nasıl olacak? "Ve herkese kazandığı verildiği zaman"... Hiçbir zulme ve kayırmaya yer verilmeksizin. "Ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin." Ve onlara Allah'ın hesaba çekmesinde müsamaha gösterilmeyecektir. Bu, kendilerine yöneltilen, ancak cevapsız bırakılan bir sorudur. Onun cevabına hazırlanırken kalp sarsılmakta ve titremektedir!

* * *

29 - De ki; "İçinizdeki duyguyu saklasanız da açığa vursanız .da Allah onu bilir. Göklerde olanı ve yerde olanı da bilir. Allah'ın gücü her şeye yeter."

30 - O gün herkes yapmış olduğu her iyiliği karşısında bulur, yaptığı her kötülüğü de. Yaptığı kötülükle arasında uzak bir mesafe olsun ister. Allah sizi kendisinden korkmaya çağırır. Allah, kullarına karşı şefkatlidir.

Ayetlerin akışı, hiçbir eylem ve niyetin unutulmadığı, herkesin yaptıklarının tümüyle karşılığını göreceği o korkunç günü gözler önüne getirerek, sakındırma ve kalpleri etkilemede bir adım daha atıyor.

Bu öyle bir karşılaşmadır ki, insanın kalbine açılan bütün yolları kapatıyor. Ve onu, iyi-kötü her şeyini gözetleyerek kuşatıyor. İnsan bu gözetleyiciye yönelirken kendi kendisini hesaba çekiyor. Kendisiyle işlediği kötülük arasında uzun bir mesafe olmasını ya da kendisiyle bu günün tamamı arasında aşılmaz bir uzaklık olmasını diler; fakat bu dilemenin iş işten geçtikten sonra ne yararı olabilir ki! Çünkü artık karşılaşma günü gelmiş ve onun gırtlağına yapışılmıştır. Artık kaçıp kurtulmak çok uzak. Kurtuluş yok artık!

Sonra ayetlerin akışı yine imanın kalbine bir hamle daha yapıyor ve Allah'ın insanların kendisinden sakınmaları gerektiği şeklindeki telkini tekrar ediliyor:

"Allah, sizi kendisinden korkmaya çağırır..."

Yüce Allah bu sakındırmada zaman geçmeden fırsatın genişliğini ve rahmetini onlara hatırlatıyor:

"Allah kullarına karşı şefkatlidir."

Bu sakındırma ve bu hatırlatma da onun şefkatindendir. Bu da O'nun kullara iyilik ve rahmet dilediğini göstermektedir...

* * *

77 - Allah'a verdikleri sözü ve yeminleri birkaç para karşılığında satanlar var ya, onların ahirette hiçbir payları olmaz. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, taraflarına bakmaz ve kendilerini günahlardan arındırmaz; onları acıklı bir azap beklemektedir.

Bu değişmez bir ilkedir. Kim Allah'a verilen söze bağlı kalır ve takvasının bilincine varma niyetiyle bu ilkeye uyarsa, Allah onu sever ve ikramda bulunur. Kim de Allah'a verilen sözü ve yeminlerini bu dünya hayatının mallarından ya da bütünü ile az bir pahadan ibaret olan dünya değerlerinden ucuza satarsa ahirette onun hiçbir payı kalmaz. Allah katında ne korunması, ne kabul edilmesi, ne arınması ne de temizlenmesi söz konusudur. Acıklı bir azaptan başka hiçbir payı yoktur onun. Burada, verilen söze bağlılığın, takva ile ilgili olduğuna işaret etmeliyiz. Bu nedenle bu husus dost ya da düşman ile ilişkilerde değişmez. Burada söz konusu olan kişinin şahsi çıkarı değildir. Sürekli olarak Allah ile ilişkidir burada söz konusu olan. Kiminle ilişki kurulduğu önemli değildir.

Bu ilke aynı zamanda İslâm ahlâkının genel karakteridir. Verilen söze bağlılıkta olsun diğer konularda olsun fark etmez; ilişki her şeyden önce Allah ile ilişkidir. Bu ilişkide Allah'ın rızası düşünülür, O'nun öfkesinden sakınılır, rızası elde edilmeye çalışılır. Ahlâkın temeli menfaat değildir. Toplumun anlayışı da değildir. Yürürlükteki şartların gereği hiç değildir. Çünkü toplum da sapıtabilir, doğru yoldan ayrılabilir. Yanlış değerler toplumda revaç bulabilir. Buna göre bireyin kendisine dayandığı gibi toplumunda kendisine dayanması ve cemiyette değişmez değerlerin olması gerekir. Sonra bu değerlerin, değişmezliğinin yanında daha yüce bir kaynaktan gelmeleri lâzımdır. İnsanların seviyelerinden ve değişmekte olan hayat şartlarından daha yüce bir kaynaktan alınmalıdır. Onun içindir ki, değerlerin ve ilkelerin Allah'tan alınması gerekir. Allah'ın razı olduğu ahlâkın benimsenmesi, onun rızasını elde etme çabası ve takva bilincine varma temeline oturmalıdır. İşte İslâm bununla insanlığın sürekli olarak yeryüzü değerlerinden daha yüce değerlere yükselmesini, bu üstün, yüce, değişmez ufuktan değer yargılarını ve ilkelerini almasını garanti etmektedir.

Onun içindir ki, verilen sözde durmayanlar ve emanete hıyanet edenler "Allah'a verilen sözü ve kendi yeminlerini az bir pahaya satanlar" diye nitelendirilmiştir. Burada, onlar ile Allah arasındaki ilişki, onlarla insanlar arasındaki ilişkiden önce gelmektedir... Onun içindir ki, şu kadarcık dünya menfaatlerinden oluşan az bir paha karşısında verilen söze ihanet edip, onu bozduklarında, ahirette Allah katında hiçbir payları kalmaz! Dünyada verdiği sözü -bu verilen söz insanlarla yaptıkları sözleşmedir- bozmuş olmalarının karşılığı olarak Allah onları ahirette korumayacaktır.

Burada Kur'an'ın, ifade biçiminde tasvir yolunu kullandığını görüyoruz. Allah'ın onları ihmal etmesi ve onları korumaması Allah'ın onlarla konuşmaması, onlara bakmaması ve onları arındırmaması şeklinde ifade ediliyor. Bunlar, ihmalin, insanların görebildiği başlıca belirtileridir. Onun için Kur'an, insanın vicdanı üzerinde soyut ifadenin etkisinden daha derin etki yapacağından, durumu canlı bir biçimde tasvir etmeye başvuruyor. Kur'an bu yöntemle daha derin ve engin boyutlara ulaşabilmektedir.

* * *

86 - Peygamberin haklı olduğunu gördükleri, kendilerine açık belgeler geldiği halde iman ettikten sonra kafir olanları Allah doğru yola nasıl iletir? Allah zalimleri doğru yola iletmez.

87 - Böylelerinin cezası; Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lanetine uğramalarıdır.

88 - Onların bu cezaları süreklidir. Ne azapları hafifletilir ve ne de yüzlerine bakılır.

89 - Ancak bu sapıtmanın ardından tevbe ederek durumlarını düzeltenler hariç. Çünkü Allah affedici ve merhametlidir.

Bu, korkunç bir uyarıdır; içinde zerre kadar iman taşıyan, işin hem dünyada hem de ahiretteki önemini kavrayan her kalbi titretir. Bu, kendisine kurtuluş imkanı tanındığı halde ondan bu şekilde yüz çevirenlere gerçekten uygun bir cezadır. Fakat İslâm, bununla beraber tevbe kapılarını açık bırakıp, tevbe etmek isteyen sapıkların yüzüne bu kapıyı kapamıyor. Gelip bu kapıyı çalmasından başka bir yükümlülük de getirmiyor. Kişi O'na doğru yönelip yaklaşmaya çalıştığında, önünde hiçbir engel bulunmadığını görecektir. Yeter ki güven veren sığınağa gelsin ve güzel işler yapmaya koyulsun. Ve böylece, tevbenin, gerçekten pişmanlık duyan bir gönülden kaynaklandığını göstersin.

* * *

106 - O gün kimi yüzler ağarır, kimi yüzler kararır. Yüzleri kararanlara 'Siz iman ettikten sonra tekrar kâfir mi oldunuz? O halde kafir olmanızın karşılığı olarak bu azabı tadın' denir.

107 - Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler ve orada sürekli olarak kalacaklardır.

Ayeti kerime burada, hareket ve canlılık fışkıran Kur'an sahnelerinden birini çiziyor; Söz veya sıfatlarla ifade edilemeyip iki canlı insanda, yüzlerde ve simalarda ortaya konan korkunç bir sahnenin karşısındayız. İşte şu yüzler: Nurla parlamış, müjdeyle coşmuş, müjde ve sevinçle bembeyaz kesilmiş... Şunlar da: üzüntüden sararmış, gamdan solmuş, ve tasadan simsiyah kesilmiş yüzler... Bununla da kalmamış üstelik, sürekli azar ve ağlama ile kahrolmaktadırlar.

"Siz iman ettikten sonra tekrar kâfir mi oldunuz? O halde kâfir olmanızın karşılığı olarak bu azabı tadın."

"Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler. Ve orada sürekli kalacaklardır."

Böylece sahne Kur'an'ın kendine özgü üslubuyla ifade ettiği gibi, hayat, hareket ve karşılıklı konuşmalarla geçiyor. Böylece müslüman cemaatin vicdanının ayrılık ve ihtilaftan sakınmasının, iman ve uzlaşma ile gerçekleşen yüce Allah'ın nimeti olduğu anlamı yer ediyor. Müslüman cemaate hitabeden ayetler, bazı yüzlerin ak, bazısının da kara olacağı günde, o büyük sonun acıklı azabını tatmaları için ehl-i kitaba itaat etmekten sakındırıldıkları sonucuna bizi götürüyor.

* * *

180 - Allah'ın lütuf olarak bağışladığı şeylerde cimrice davrananlar sakın bu tutumlarının kendileri hesabına hayırlı olduğunu sanmasınlar. Tersine bu, onlar hesabına kötüdür. Cimrilikle yanlarında tuttukları mal kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yeryüzünün mirası Allah'a aittir. Hiç kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

181 - "Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü Allah işitti. Gerek bu sözlerini ve gerekse sebepsiz yere peygamberleri öldürmelerini hesaplarına yazacak ve onlara "Kavurucu azabı tadın bakalım" diyeceğiz.

182 - Bu kendi elleriniz ile yaptıklarınız yüzündendir. Yoksa Allah'ın, kullara haksızlık etmesi kesinlikle söz konusu değildir.

Ayetin anlamı geneldir.. Sorumluluklarını yerine getirmekte cimrilik yapan yahudileri kapsadığı gibi onların dışında Allah'ın lütfundan verdiği şeylerde cimrilik yapan ve bu cimriliğin, malları koruması ve infakla heder olmasını önlemesi bakımından hayırlı olduğunu sanan herkesi kapsamaktadır.

Kur'an ayeti onları bu yanlış zandan sakındırmakta ve biriktirdikleri şeylerin kıyamet günü ateş şeklinde boyunlarına geçirileceğini bildirmektedir. Bu korkunç bir tehdittir. İfade,onların "Allah'ın lütfundan verdiği şeylerde cimrilik..." yaptıklarını zikrederken, cimriliğin kötülüğünü daha bir arttırmaktadır.. Çünkü onlar, aslında kendilerine ait olmayan bir malda cimrilik yapmaktadırlar. Bu dünyaya derileri de dahil hiçbir şeye sahip olmadan gelmişlerdir. Yüce Allah lütfundan onlara vermiş, onları zenginleştirmiştir.. Ancak Allah lütfundan verdiği şeyleri infak etmelerini isteyince Allah'ın lütfunu hatırlamadılar bile. Az bir şey infak etmekle cimrilik yaptılar. Biriktirdikleri şeylerin kendileri için hayırlı olduğunu sandılar. Aslında bu korkunç bir kötülüktür... Üstelik onlar -bütün bunlardan sonra- mallarını geride bırakıp gideceklerdir. Her şeyin varisi de Allah'tır. "...Göklerin ve yeryüzünün mirası Allah'a aittir" Bütün biriktirdikleri kısa bir süre içindir. Sonra da hepsi Allah'a dönecektir. Sadece Allah rızası için infak ettikleri kalacaktır onlara, biriktirdikleri ise kıyamet günü boyunlarına geçirilecek ve O'nun katında kendileri için bekletilecektir.

Ardından, Allah'ın lütuf olarak verdiği malı ellerinde bulunduran, böylece kendilerinin Allah'tan daha zengin olduklarını, O'nun mükafatına ve kendi yolunda (ki bunu kendisinden bir lütuf ve kendilerine verilen güzel bir borç olarak nitelendirmektedir.) infak edenlere vaadettiği "kat kat" arttırmasına ihtiyaçlarının olmadığını sanan yahudiler kınanmaktadırlar. Çünkü onlar, küstahça şöyle diyorlardı: "Allah'a ne oluyor ki malımızdan kendisine borç vermemizi istiyor! Buna karşılık da "kat kat" vereceğini vaadediyor. Oysa faizden ve "kat kat" arttırmaktan nehyeden O'dur." Kuşkusuz bu küstahlıktan ve Allah'a karşı edepsiz bir tavır takınmaktan kaynaklanan bir kelime oyunudur.

"Allah fakirdir, biz ise zenginiz' diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Gerek bu sözlerini ve gerekse sebepsiz yere peygamberleri öldürmelerini hesaplarına yazacağız, ve onlara 'kavurucu azabı tadın bakalım' diyeceğiz."

"Bu, kendi elleriniz ile yaptıklarınız yüzündendir. Yoksa Allah'ın, kullara haksızlık etmesi kesinlikle söz konusu değildir."

Yahudilerin ilahi hakikate ilişkin kötü düşünceleri, tahrif edilmiş kitaplarında yaygındır. Ancak buradaki düşünceleri, kötü düşünce ve edepsiz tavır bakımından son derece aşırıdır. Bu yüzden peşi sıra gelen bu tehditleri hak etmektedirler.

"...dediklerini.. yazacağız."

Onları hesaba çekmek için. O terk edilecek, unutulacak ya da boş verilecek değildir... Bunun yanında geçmiş günahlarının tescili de söz konusudur; -bu günahlar bütün ırkların, soyların günahını içermektedir- çünkü onlar, günah ve isyanda bir bütündürler.

"...Sebepsiz yere peygamberleri öldürmelerini..."

İsrailoğulları'nın tarihi, peygamberleri öldürmelerine ilişkin günahların silsilesini bildirmektedir. Son olarak da Mesih'i (selâm üzerine olsun) öldürmeye kalkışmışlardı. O'nu öldürdüklerini iddia ederek bu korkunç cürümle övünmektedirler:

"Kavurucu azabı tadın bakalım diyeceğiz."

İfadedeki (Harik) kelimesinden, azabın müthişliği ve korkunçluğu amaçlanmaktadır. Ayrıca azap sahnesinin; heybeti, alevi ve kavuruculuğuyla somutlaştırılması kastedilmektedir. Kuşkusuz bu, haksız yere peygamberleri öldürerek o iğrenç suçu işlemenin ve "Allah fakirdir, biz ise zenginiz" gibi çirkin bir söz sarf etmenin cezasıdır.

"Bu, yaptıklarınızın karşılığıdır."

Uygun bir cezadır bu. Herhangi bir haksızlık ya da kabalık söz konusu değildir.

".. Yoksa Allah kullarına asla zulmetmez"

İfadedeki "Abd (kul)" kelimesi onların gerçek durumlarını ortaya koymaktadır. Yüce Allah'a kıyasla, kullardan birer kuldurlar sadece. Bu ifade, bir kulun "Allah fakirdir biz ise zenginiz" demesinde ve peygamberleri öldürmesindeki cürmün ve edepsiz tavrın kötülüğünü daha da arttırmaktadır

* * *

185 - Herkes kesinlikle ölümü tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılıkları, kıyamet günü, size eksiksiz olarak verilecektir. O zaman kim Cehennem ateşinden uzak tutulur da Cennet'e konursa gerçekten başarıya ulaşmıştır. Dünya hayatı aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir.

Şu gerçeğin ruhlarda iyice yer etmesi gerekir. Yeryüzündeki hayatın geçici olduğu, ecelle sınırlı olduğu, kesinlikle sonunun geleceği gerçeği.. Salihler de ölür, bozguncular da ölür. Cihad edenler öldüğü gibi geride kalanlar da ölür. Akide sayesinde yücelenler gibi kullara boyun eğenler de ölür. Haksızlık yapmaktan kaçınan cesurlar öldüğü gibi ne pahasına olursa olsun hayata sarılan korkaklar da ölür. Büyük değerlere, üstün hedeflere sahip olanlar gibi ucuz bir meta için yaşayan ahmaklar da ölür.

Herkes ölecektir... "Herkes kesinlikle ölümü tadacaktır." Her nefis bu şerbeti tadacak ve bu hayattan ayrılacaktır. Bu şerbeti ve elden ele dolaşan bu kadehi içmede nefisler arasında bir fark yoktur. Fark başka bir şeydedir. Değişik bir değerde söz konusudur farklılık. Sonuçta varılacak yerde fark vardır.

"Yaptıklarınızın karşılığı, kıyamet günü, size eksiksiz olarak verilecektir. O zaman kim ateşten uzaklaştırılırsa... O, başarıya ulaşmıştır."

Budur üzerinde ayrılık söz konusu olan "değer". Falana falandan farklı muamele yapılması gereken korkunç "sonuç" budur..

"...Kim Cehennem ateşinden uzak tutulur da Cennet'e konursa o, başarıya ulaşmıştır."

Ayet-i kerimede geçen "Zuhziha" kelimesi, vurgusu, kelime yapısı ve kalıcı etkisiyle bizzat anlamını somutlaştırmaktadır. Sanki ateşin yaklaşanı yutacak ve girdabına alacak bir cazibesi varmış da onu azar azar bu azgın cazibeden çekip uzaklaştıracak birine ihtiyaç duymaktadır. Kim ateşin bu girdabından uzaklaştırma imkanına sahip olur, ateşin çekiciliğinden kurtarılıp Cennet'e sokulursa kuşkusuz o insan kurtulmuştur.

Güçlü bir tablo... aksine, canlı bir sahne... İçinde hareket, alem ve çekicilik yok mu? Nefis, kendisini günahın çekiciliğinden çekip uzaklaştıracak birine muhtaç değil midir? Kesinlikle evet. İşte onun ateşten uzaklaştırılması budur. İnsan -sürekli çalışmasına ve daimi uyanıklık içinde bulunmasına rağmen- Allah'ın lütfu olmadan amellerinde hep kusur etmez mi? Evet, işte onun ateşten uzaklaştırılması budur. Allah'ın lütfu insana ulaşınca ateşten uzaklaştırılmış olur böylece.

"...Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir."

Dünya hayatı bir metadır. Ancak gerçek bir meta değil, uyanıklık ve intibah meta değil, aldatıcı bir metadır. İnsanı aldatıp gerçek bir meta olduğunu vehmettiren bir meta. Ya da aldanma ve hileye sebep olan bir meta. Gerçek meta ise, elde etmek için çaba sarf etmeyi hak eden metadır. İşte orada! Ateşten uzaklaştırıldaktan sonra Cennet'le kurtuluştur.