Buruc Sûresindeki Kıyamet Sahnesi
1 -Burçları olan göğe.
2 - Vaat edilen güne.
3 - Şahitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki.
Sure uhdud olayına geçmeden önce bu yeminlerle başlamaktadır: "Burçları olan göğe." Bunlar yıldızları ya olağanüstü, ki göğün büyük burçları yani dikilmiş saraylarıdır. Nitekim Allahu Teala buyuruyor ki: "Göğü kudretle biz kurduk ve biz şüphesiz genişleticiyiz." (Zariyat 47) Başka bir ayette de buyuruyor ki: "Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki Allah onu bina etmiştir." (Naziat 27-28) Ya da bu cisimlerin hareketleri sırasında uğrayıp geçtikleri konaklardır. Yani bunlar, yıldızların gökte şaşmadan izledikleri yörüngeleri ve sahalarıdır. Bunlara işaret edilmesi genişliği ve büyüklüğü çağrıştırmaktadır. Bu giriş bölümünde verilmek istenen mesajda budur.
"Vaat edilen güne." Bugün dünya olaylarının ayrıştırılacağı, yeryüzünün ve ondaki her şeyin hesabının dürüleceği gündür. Bugün yüce Allah'ın geleceğini vaat ettiği gündür. O gün hesap ve ceza günüdür. Sürtüşmeleri ve davaları o güne ertelemiştir. O gün tüm yaratıkların beklediği ve işlerin nasıl sonuçlanacağını görmek için gözetlediği büyük bir gündür.
"Şahitlik edene ve şahitlik edilene." Bütün işlerin sergilendiği ve bütün yaratıkların hazır bulunduğu bu günde her şey, gözler önüne serilecektir. Ve herkes bunlara şahit olacaktır. Her şey öğrenilecek, gizlilikler açığa çıkarılacaktır. Hiçbir şey onları kalplerden ve gözlerden gizleyip saklayamayacaktır.
Burçları barındıran, gök, vaat edilen gün, şahit olan ve şahitlik olunan her şey mükemmel bir uyum içinde bundan sonra söz konusu edilen uhdud olayı ile bütünleşmektedir. Onunla ilgilenmekte onun etrafında toplanmakta, büyüklüğü karşısında bakakalıp dehşetle seyretmektedir. Ayrıca bu olayın içine yerleştirildiği, kapsamlı ve geniş gerçekler konusunda mesajlar sunmaktadır. Haklılığı burada belirlenmekte ve hesabı burada kapatılmaktadır. Burası hiç şüphesiz yeryüzünden daha büyük dünya hayatının alanından ve sınırlı olan süresinden daha uzundur.
Bu atmosfer oluşturulduktan ve bu zemin hazırlandıktan sonra kısa dokunuşlarla olayın sergilenmesine geçilmektedir.
4 - Hendekleri hazırlayanların canı çıksın.
5 - Bol yakıtı olan ateşi oralara dolduranların .
6 - Hani onlar hendeklerin başında oturuyorlardı.
7 - Müminlere yaptıkları işkenceleri seyrediyorlardı.
8 - Müminlerden öç almalarının tek sebebi aziz övgüye lâyık Allah'a inanmalarıydı.
9 - O Allah ki göklerin ve yerin sahibi olan Allah'a. Allah her şeye şahittir.
Hendekleri hazırlayanların canı çıksın. Onlar bu kızgınlığı ve öfkeyi hak etmişlerdi zaten. Onlar bu sadistliği işlemekle ve bu cinayete teşebbüs etmekle Allah'ın öc almasını hak etmişlerdi. "Bol yakıtı olan ateşi oralara dolduranların. Hani onlar hendeklerin başında oturuyorlardı." Bu onların konumlarını, durumlarını ve davranışlarını canlandıran bir ifadedir. Burada onlar ateşi yakıyor, inanmış kadınları ve erkekleri oraya atıyor ve daha sonra bu ateşin etrafında oturup seyrediyorlardı. Bu iğrenç kıyımın çok yakınında bulunuyor, işkencenin aşamalarını gözleri ile görüyorlardı. Ateşin vücutları yakmasını zevk alarak sadistçe seyrediyorlardı. Sanki onlar bu çirkin ve iğrenç sahneyi duygularına iyice yerleştirip nakşediyorlar, kazıyorlardı.
Halbuki müminlerin onlara karşı bir kötülükleri ve herhangi bir suçları yoktu: "Müminlerden öç almalarının tek sebebi sırf onların aziz övgüye layık Allah'a inanmalarıydı. O Allah ki göklerin ve yerin sahibi olan Allah'a. Allah her şeye şahittir." İşte onların suçu buydu. Allah'a iman etmeleri idi. Aziz, yani dilediğini yapabilen hamit, yani her durumda övgüye layık olan, cahiller O'na hamd etmeseler dahi özü itibarı ile övünmüş bulunan! Gerçekten inanılmaya ve ibadet edilmeye layık olan Allah'a inanmalarıydı. Çünkü göklerin ve yerin tek sahibi O'ydu. Her şeye şahid olan ve her varlığın kendi iradesine bağlı bulunduğu Allah'tı O. Sonra O hem müminlerin, hem de ateş kuyularını hazırlayanların yaptıklarına tanık oluyordu. Bu dokunuş müminlerin kalplerini huzura kavuşturmakta ve azgın, zorba zalimleri tehdit etmektedir. Çünkü Allah her şeye şahittir ve şahit olarak Allah yeter.
10 - İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip, sonra yaptıklarına tevbe etmeyenler, var ya. Şüphesiz onlar için cehennem azabı vardır. Yakıp kavuran azapta onlaradır.
11 - inananlar ve iyi işler yapanlar için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.
Yeryüzünde ve şu dünya hayatında meydana gelenler asla yaşananların ve yolun sonu değildir. Sonucu oradadır. Her şeyi yerli yerince koyacak olan ceza ve mükafat ile müminleri ve azgınları birbirinden ayıracak gün gelecektir. Yüce Allah'ın belirttiği gibi mutlaka olacaktır:
"İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra yaptıklarına tevbe etmeyenler var ya şüphesiz onlar için cehennem azabı vardır. Yakıp kavuran azap da onlaradır."
Burada özellikle "yakıp kavuran" kavramı kullanılmaktadır. Halbuki bu cehennemle birlikte akla gelen bir niteliktir. Fakat ayette özellikle bu ifade kullanılmakta ve üzerine basılmaktadır. Böylece hendeklerdeki yakıp kavuran ateşin karşılığı verilmekte, o olayı gerçekleştiren olgunun kendisi kullanılmaktadır. Fakat bu yakıp kavuran ateş nerede? Cehennemin yakıp kavuran ateşi nerede? Ateşlerin alevleri ve müddeti arasında o kadar çok fark var ki! Dünyanın yakıp kavurması insanların yaktığı ateşle, ahiretin yakıp kavurması ise yaratıcı Allah'ın yaktığı ateş ile gerçekleşir. Dünyanın yakması birkaç saniyeliktir. Hemen sona erer. Ahiretin yakması ise ebedidir, süresini Allah'tan başka kimse bilemez. Dünyanın yakması ile beraber Allah müminlerden razı olmuş ve bu Şerefli dava zafere kavuşmuştur. Ahiretin yakması ile beraber Allah'ın gazabı vardır. Alçaklık, iğrenç bir düşüklükle birlikte gelir.
İman edenlere ve ameli salih işleyenlere Allah'ın ikramda bulunacağı ve onlardan razı olacağı cennet ile ifade ediliyor. "İnanan ve iyi işler yapanlara için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır." İşte gerçek kurtuluş budur. "İşte bu büyük kurtuluştur." Ayet-i kerimede geçen "feyz" kavramı kurtuluş ve başarma demektir. Sırf ahiretin azabından kurtulmak dahi büyük bir başarıdır. Altlarından ırmaklar akan cennetleri elde etmek ise bambaşka bir zaferdir.
Bu sonuç ile her şey yerli yerine konuyor. Duruşma yerinin son görünüşü de budur. Dünyada meydana gelen olaylar bu sürecin sadece bir kısmıdır. Her şey burada tamamlanmaz. İşte olaya getirilen bu birinci yorumun hedeflediği gerçekte budur. Böylece Mekke'deki Müslüman azınlığın ve asırlar boyunca sıkıntılara uğrayacak olan müminlerin kalplerine bu gerçek nakşedilmektedir.