Casiye Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

24 - "Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zaman yok eder" derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur; sadece böyle zannederler.

25 - Ayetlerimiz onlara açık açık okunduğu zaman delilleri yalnızca: "Doğru sözlü iseniz babalar:mm getirin bakalım" demek olur.

26 - De ki: "Sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler

İşte böylesine dar, böylesine kısır bir görüşe sahiptiler. Onlara göre hayat, bu dünyada gözleriyle gördükleri bölümdür. Bir kuşak ölür bir diğer kuşak doğar. Görünüşe bakılırsa ölüm onlara ulaşmıyor, sadece günler geçiyor, zaman dürülüyor. Onlar ölüyorlarsa, yaşama sürelerini sona erdiren, bedenlerine ölümü ulaştıran, böylece onları öldüren zamandır.

Hiç kuşkusuz bu, dış görünüşü aşamayan, dış görünüşün arka planındaki sırları araştırmayan yüzeysel bir görüştür. Mademki, ölüm belli bir düzen uyarınca, belirlenmiş günlerin sonunda bedenlere ilişmiyor ve mademki sandıkları gibi hayatlarına son veren günlerin geçmesidir, peki bu hayat nereden geldi onlara? Geldikten sonra kim alıp, götürüyor hayatlarını? Halbuki yaşlılar gibi çocuklar da ölüyor. Hastalarla birlikte sağlıklılar da ölüyor. Zayıflar gibi kuvvetliler de ölüyor. Öyleyse meseleyi dikkatlice eşeleyen, sebeplerin gerçek mahiyetini bilmek, kavramak isteyen biri açısından ölümü zaman olgusu ile açıklamak mümkün olmayacaktır.

Bunun için yüce Allah onlarla ilgili olarak şöyle diyor:

"Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle zannederler."

Akıl almaz, boş, karmaşık bir zandır bunlarınki. Bir düşünceye, bir bilgiye dayanmıyor. Meselelerin özünü anlamayı öngörmüyor. Hayat ve ölüm olaylarının ötesinde insanın iradesinden başka bir iradenin, günlerin geçmesinden başka bir sebebin varlığına tanıklık eden sırra bakmıyorlar.

"Ayetlerimiz onlara açık açık okunduğu zaman delilleri yalnızca: 'Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin bakalım' demek olur."

Bu söz de tıpkı az önceki gibi, yaratılışın yasalarını, bu konuda yüce Allah'ın öngördüğü hikmeti, bu hikmetin ötesinde gizli bulunan ve derin ilahi hikmetle bağlantılı bulunan hayat ve ölüm sırrını kavrayamamış olmaktan kaynaklanan yüzeysel bir görüştür. İnsanlar, amel edecek bir fırsat bulsunlar ve yüce Allah onlara bahşettiği şeylerle onları sınasın diye yeryüzünde yaşıyorlar. Sonra da ölüyorlar, yüce Allah'ın belirlediği hesaplaşana ve hayat devresindeki sınavın sonucu ortaya çıkana kadar. Bu yüzden insanlar öldükten sonra tekrar dünyaya dönmezler. Çünkü belirlenen gün gelmeden ölenlerin gelmesini gerektiren bir hikmet yoktur. Dolayısıyle bazı insanlar öyle istiyorlar diye ölüler dünyaya geri dönmezler. Çünkü varlıklar aleminin dayandığı büyük evrensel yasalar insanların önerileri ile değişmezler. Bu yüzden onların apaçık ayetler karşısında ileri sürdükleri basit önerilerin gerçekleşme imkanı yoktur: "Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin bakalım!"

Yüce Allah üstün hikmeti uyarınca planladığı süre dolmadan önce atalarım niçin getirecekmiş? Yüce Allah'ın ölüleri diriltebileceğine inanmaları için mi? Ne tuhaf bir şey! Yüce Allah varoluş yasası uyarınca her an gözlerinin önünde bir hayat var etmiyor mu?

De ki: 'Sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar."

İşte, ölmüş atalarının şahsında görmek istedikleri mucize budur. İşte bu mucize, bizzat gözlerinin önünde gerçekleşiyor. Canlıları dirilten Allah'tır. Sonra Allah onları öldürüyor. Şu halde O'nun insanları öldükten sonra diriltmesinde, kıyamet günü bir araya getirmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Öyleyse her an bir benzerini gözleriyle gördükleri bu olaydan kuşku duymaları için bir neden yoktur:

"Fakat insanların çoğu bilmezler."

Bu somut gerçeğin üzerine, tüm canlıların döneceği merciye yönelik bir işaretle değerlendirme yapılıyor:

27 - Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıl sözlere uymuş olanlar hüsranda kalırlar.

28 - O gün her ümmeti Allah'ın huzurunda diz çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabını almaya çağrılır: "Bugün size işlediğinizin karşılığı verilecektir."

29 - İşte kitabımız aleyhinize konuşuyor, gerçeği söylüyor. Çünkü biz yaptıklarınızı yazıyorduk..

İNKARCILARIN KORKUNÇ AKİBETİ

Daha birinci ayette, batıl taraftarlarının akıbeti vurgulanıyor. Onlar geleceğinden kuşku duydukları bugünde hüsrana uğruyorlar. Sonra ifadeler arasından bakıyoruz ve birden dehşet verici genişlikte bir meydan çıkıyor karşımıza. Bütün kuşaklar bu gezegen üzerindeki uzun-kısa yaşamlarını tamamlamış ve şimdi de bu meydanda toplanmışlardır. Ümmet ümmet ayrılıp dizi üstü çökerek korkunç hesaplaşmayı beklemektedirler. Hiç kuşkusuz bütün insanların tek bir alanda toplanarak oluşturduğu dehşet verici kalabalık korkunç bir sahnedir. Orada bulunanların tümünün dizüstü çökmüş bulunmasının oluşturduğu manzara korkunçtur. Bundan sonra hesaplaşmanın başlayacak olması da büsbütün dehşet vericidir. Her şeyden önce, kullarına nimetler bahşeden, onlara sayısız lütuflarda bulunan, ama şu alanda toplanmış bulunanların çoğunun nimetlerine şükretmediği, lütuflarını anlayamadığı caydırıcı ve karşı konulmaz güce sahip yüce Allah'ın huzurunda toplanılmış olması sahneyi daha bir korkunçlaştırıyor, insanı dehşete salıyor.

Sonra şu dizüstü çökmüş, dehşetten donakalmış ve boğuk boğuk soluyan bu ölgün kalabalığa şöyle sesleniyor:

"Bugün size işlediğinizin karşılığı verilecektir. İşte kitabımız, aleyhinize konuşuyor, gerçeği söylüyor. Çünkü biz, yaptıklarınızı yazıyorduk."

Böylece hiçbir amellerinin unutulmayacağını veya kaybolmayacağını anlıyorlar. Hem nasıl olabilir ki, her şey yazılıyken, hiçbir şey Allah'ın bilgisinin kapsamının dışında kalmazken, ondan gizlenemezken?

Sonra değişik kuşaklardan ve farklı ırklardan oluşan bu kalabalık, bu milletler topluluğu iki gruba ayrılıyor. Yığınlarca insan iki gruba bölünüyor: Müminler ve kafirler... Allah katında sadece bu iki bayrak ve sadece bu iki grup geçerlidir. Allah'ın taraftarları (Hizbullah)... Ve şeytanın taraftarları (Hizbuşşeytan)... Bunun dışındaki tüm milletler, mezhepler, ırklar ve ümmetler bu iki gruba katılıyorlar:

30 - İnanıp iyi işler yapanlara gelince; Rabbleri onları rahmetinin kapsamına alır. İşte apaçık kurtuluş budur.

Uzun bekleyişten, sıkıntıdan, ızdıraptan kurtulmuşlardır. Ayet-i kerime bu tatlı havayı biran önce yapmak için onların işini çabucak ve kolayca sonuçlandırıyor.

Sonra bakışlarımızı -cümleler arasından- diğer gruba çeviriyoruz. Bir de ne görelim? Uzun uzun azarlanıyorlar. Rezil edici şekilde her şeyleri ortaya dökülüyor, teşhir ediliyor. En çirkin sözleri, en iğrenç davranışları hatırlatılıyor:

31 - Ancak kafirlere gelince: Ayetlerim size okunurdu, fakat siz büyüklük tasladınız ve suçlu bir toplum oldunuz değil mi?

32 - Allah'ın va'di gerçektir. "Kıyamet gününün geleceğinden şüphe yoktur" dendiği zaman; "Kıyamet nedir bilmiyoruz" demiştiniz ha?!

Şimdi durumu nasıl görüyorsunuz? Gerçeği nasıl tadıyorsunuz? Ayetlerin akışı, bu felakete uğrayanların başına gelenlerin bir kısmını anlatmak üzere onları biran için kendi hallerine bırakıyor:

33 - Yaptıklarının kötülükleri onlara göründü ve alay edip durdukları şey onları kuşattı.

34 - Onlara denildi ki: "Siz bu günümüze kavuşacağınızı nasıl unutmuşsanız, biz de bugün sizi unuttuk. Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur."

35 - Böyledir, çünkü siz Allah'ın ayetlerini eğlence yaptınız; dünya hayatı sizi aldattı.

Sonra ayetlerin akışı, rezil etmek, azarlamak, önemsizliklerini, basitliklerini ve elem verici akıbete uğrayacaklarını vurgulamak üzere yeniden onlara dönüyor. Bunun ardından, son olarak varacakları akıbet duyurulduktan sonra üzerilerine perde iniyor. Onlar bir daha çıkmamak, mazeretleri kabul edilmemek ve hoş tutulma istekleri geri çevrilmek üzere cehennemde kendi hallerine bırakılıyorlar:

"Artık bugün onlar ne ateşten çıkarılırlar ve ne de özürleri kabul edilir."

Sanki biz bu ifadelerin yankısı arasında son kez kapanan kapıların çıkardığı gıcırtı sesini işitiyor gibiyiz. Artık sahne kapanmıştır. Bundan sonra değişiklik yapma, yeniden düzenleme imkanı kalmamıştır.