Duhan Sûresindeki Kıyamet Sahnesi
40 - Hüküm günü, hepsinin buluşacağı gündür.
41 - O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.
42 - Yalnız Allah'ın merhamet ettiği bunun dışındadır. Şüphesiz Allah, üstündür, esirgeyendir.
Bunlar önceki ifadelerle bütünüyle bağlantılı olarak yer alan son derece doğal açıklamalardır. Çünkü ilahi hikmet insanların birbirinden ayrılacağı, hidayèt ve sapıklık arasındaki çelişkinin sonuca bağlanacağı, iyiliğin saygı görüp kötülüğün aşağılanacağı, insanların yeryüzündeki tüm dayanaklarından, akrabalık ve bağlılıklarından soyutlanacakları bir günün olmasını gerektiriyor. O gün insanlar tıpkı onları ilk kez yarattığı gibi Rabblerine tek başlarına dönecekler. Kendi elleri ile yaptıklarının karşılığını alacaklar. Kimseden yardım görmeyecekler ve kimse onlara acımayacak. Ancak her şeyden üstün, her şeye gücü yeten, kullarına acıyan, şefkat gösteren Rabblerinin rahmetinin kapsamına alınanlar hariç. Onlar, çalışmak, amel etmek üzere onun elinden çıkmış, yaptıklarının karşılığını almak üzere de tekrar onun eline dönmüşlerdir. Onların çıkışları ile dönüşleri arasındaki süre amel için tanınan bir fırsattır, bir sınav alanıdır.
İşte, evrenin planında, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki canlı-cansız varlıkların hak ilkesine dayalı olarak yaratılışında, varlık aleminde yer alan her şeyde açıkça görülen taktirde, kendini anlatan hedefte gözlemlenebilen ilahi hikmet bunu gerektiriyor.
CEHENNEM YİYECEĞİ ZAKKUM VE CENNET
Bu prensibin vurgulanmasından sonra surenin akışı onlara, her meselenin çözüme bağlandığı kıyamet günü sahnelerinden birini sunuyor. İsyancıların ve itaatkârların karşılaştıkları azabı ve nimeti tasvir ediyor. Bu, surenin konusu ile sert atmosferi ile uyuşan son derece sert bir sahnedir:
43 - Zakkum ağacı.
44 - Günahkarların yemeğidir.
45 - Tıpkı erimiş madenler gibi karınlarında kaynar.
46 - Sıcak suyun kaynaması gibi.
47 - "Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin."
48 - "Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün."
49 - "Tat bakalım, hani şerefli olan, üstün olan yalnız sendin?"
50 - İşte o kuşkulanıp durduğunuz şey budur!
51 - Müttakiler ise güvenli bir makamdadır.
52 - Bahçelerde ve çeşme başlarında.
53 - İnce ipekten ve parlak atlastan giysiler giyerek karşılıklı otururlar.
54 - Ayrıca onları, iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir.
55 - Orada, güven içinde, her meyveyi isterler.
56 - Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar, sürekli yaşarlar. ve Allah onları cehennem azabından korumuştur.
57 - Cehennemden korunmaları Rabbinden bir lütuftur. İşte büyük kurtuluş budur.
Sahne, zakkum ağacının günahkârların yiyeceği olduğunu belirttikten sonra bu ağacın tanıtımı ile başlıyor. Ürpertici, dehşet verici, korkunç bir sunuş. Bu yiyecek kaynamış yağın tortusu gibidir. Tıpkı kaynar su gibi karınları yakmaktadır. İşte o, günahkâr da orada duruyor. Rabbine ve güvenilir peygambere karşı büyüklük taslayan günahkâr... Ve işte yüce Allah'tan zebaniye yönelik bir emir geliyor, onu "saygın(!)" konumuna yaraşır biçimde yakalayıp sürüklemesini istiyor.
"Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin!" "Sonra bayın üzerine kaynar su azabından dökün."
Kıskıvrak yakalayın onu. Sürükleyin cehenneme doğru. Saygı göstermeden, acımadan, aşağılayarak, kaba davranarak bağlayın. Orada haşlayan, yakan kaynar sudan dökün başından aşağı. Bağlanmanın, itilip kakılmanın, sürüklenmenin, yanıp haşlanmanın yanı sıra bir de azarlanıyor, rezil ediliyor:
"Tad bakalım, hani şerefli olan, üstün olan yalnız sendin."
Bu üstün ve şerefli olmadıkları halde, üstelik Allah'a ve O'nun peygamberine karşı büyüklük taslayan şerefli ve üstün (!) kimselerin cezasıdır.
"İşte o kuşkulanıp durduğunuz şey budur!"
Siz, peygamberleri alaya alıyor, onların sunduğu ayetlerle eğlendiğiniz gibi bugünün geleceğinden de kuşku duyuyordunuz.
Sahanın bir kenarında yakalayıp sürükleme, başından aşağı kaynar sular dökme, haşlama, azarlama, rezil rüsva etme manzaraları görülürken, insanın hayali bakışları bir başka tarafa ilişiyor. Birden, bugünün dehşetinden korkan, azabından titreyen "Müttakiler" görünüyorlar. Hem de "Güvenilir bir makamda" oturuyorlar. Burada korkmuyorlar, dehşet içinde değildirler. Ne bağlanıyorlar, ne de itilip kakılıyorlar. Yakalanıp sürüklenmiyorlar, başlarından aşağı kaynar sular dökülmüyor. Aksine kendilerine sunulan sayısız nimetler içinde yüzüyorlar. "Bahçelerde ve çeşme başlarında." İnce ve kalın ipekten giysiler giyerek karşılıklı koltuklara kurulup sohbet ediyorlar. Bütün bunlarla ve iri siyah gözlü hurilerle evlendirilmeleriyle nimetler tamamlanıyor. Onlar cennette ev sahibidirler ve istediklerini alabiliyorlar: "Orada güven içinde, her meyveyi isterler." Bu nimetlerin tükeneceğini düşünmezler. Orada ölüm söz konusu değildir. Bir kere ölmüşlerdi ve bir daha ölümü tatmayacaklar. (Bu, müşriklerin "Bir kez öleceğiz ve her şey bitecek! Biz dirilecek değiliz." şeklindeki sözlerine karşılık olarak yer alıyor. Evet, bir defa ölünecek ama, ondan sonra cehennem ve cennet vardır.) "Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur." Bu, yüce Allah'ın onlara yönelik bir lütfudur. Çünkü azaptan kurtuluş ancak onun lütfu ile, onun merhameti ile mümkündür. "Cehennemden korunmaları Rabbinden bir lütuftur. İşte büyük kurtuluş budur." Hem de ne büyük bir kurtuluş!