İnfitar Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

1 - Gök yarıldığı zaman.

2 - Yıldızlar saçıldığı zaman.

3 - Denizler patladığı zaman.

4 - Kabirlerin içi dışına çıktığı zaman.

5 - Herkes neyi öne, neyi geriye aldığını öğrenir.

6 - Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine, karşı aldatan nedir

7 - O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan.

8 - Dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine.

Geçen surede yüce Allah'ın kudret eli ile değiştirmeye kalktığı ve onu köklü bir değişim sarsıntısı ile sarstığı ve bu koca evrende hiçbir şeyin kendi hali üzerinde kalmasına imkan bırakmadığı, kainatın bu manzarasının insanın duyguları üzerinde meydana getirdiği etkiden söz etmiştik ve demiştik ki; bu mesaj, gönüllerin bu varlık dünyasında dayandıkları her şeyden kurtulup arınmaları ve bu varlıkları yaratan, her varlığım yok olmasından sonra baki kalacak olan Allah'a yönelmelerine ilişkin bir mesajdır. Değişmeyen ve yok olmayan, sabit ve sürekli olan tek gerçeğe yönelmelidir ki bu değişim, çalkantı, sarsıntı ve yıkılış karşısında kalpler bu tek gerçeğe dayanarak huzur ve güven içinde kalabilsin! İnsanın sabit, değişmez, sağlam ve ebedilik imajı veren bir şekilde düzenlenen alışılmış tüm şeylerin yıkıldığı sırada bu kalp yıkılmaz. Çünkü sonsuzluk sadece yaratıcı Allah'a mahsustur.

Değişimin görünümlerinden biri olarak burada göğün parçalanması yani yarılması verilmektedir. Nitekim başka surelerde de göklerin yarılmasından söz edilmiştir. Rahman suresinde deniliyor ki: "Gök yarılıp, gül kızardığı, yağ gibi eridiği zaman." (Rahman 37) Hakka suresinde deniyor ki: "Gök yarıldı. O gün onun hiçbir düzeni kalma." (Hakka 16) İnşikak suresinde ise şöyle deniyor. "Gök yarıldığı zaman." (İnşikak 1) Demek ki göğün yarılışı bu zorlu günün temel gerçeklerinden biridir. Göğün yarılmasından amacın kesin bir şekilde belirlenmesi hayli zordur. Bu yarılmanın şeklini düşünmekte o kadar zordur. Bu konuda duygularımıza yerleştirilen şudur ki göz ile görülen bu evrenin şekli, çetin bir şekilde değişecek, Alışılan bu düzenin sona ereceği, bağlarının çözüleceği, bu ince hesaplı düzen içindeki tüm dengesinin bozulacağı sahnesidir.

Bu sahnenin oluşturulmasında dağılan yıldızlardan söz edilmesi de katkıda bulunmaktadır. Çünkü bunlar kendi burçlarında korkunç ve dehşet verici hızla akıp gitmekte fakat onlar yörüngeleri içinde birbirine bağlı bulunmaktadır. Sınırlarını aşmamaktadır. Kimsenin haddini, hesabını ve sonunu bilemediği uzay boşluğunda rastgele yuvarlanıp gitmemektedir. Eceli geldiği gün başına geleceği gibi eğer dağılsalar ve onları birbirine bağlayan ve koruyan, görülmeyen sağlam bağlarından boşalsalar uzay boşluğunda gidip yok olacaklardı. Tıpkı bağlarından kurtulan atom zerrecikleri gibi.

Denizlerin patlaması, onların dolmaları, nehirlerin yataklarına doğru akın etmeleri ve karaların tümünü kaplamaları anlamına gelebilir. Suyun hidrojen ve oksijene ayrılması şeklinde de olabilir. Bu durumda denizin suları iki gaza dönüşür. Birleşmelerinden ve denizleri oluşturmadan önceki hallerine dönerler. Aynı şekilde bu iki gazın atomlarının parçalanması şeklinde de gerçekleşebilir. Tıpkı bugünkü atom ve hidrojen bombalarında atomların parçalandığı gibi. Bu durumda patlama müthiş büyüklükte ve dehşet verici bir şekilde gerçekleşmiş olur. Bu patlamanın yanında insanları korkutan bugünkü bombalar, onun yanında basit çocuk oyuncağı gibi kalır. Veya insanların şu ana kadar görmediği, bilmediği başka bir şekilde gerçekleşebilir. Bu gerçekten hiçbir durumda insanın duygu sisteminin Alışmadığı büyük kaygılara yol açmaktadır.

Kabirlerin açılması, içindekilerini dışa vurması ise ya burada sözü edilen büyük olayların sebebi ile meydana gelecek, ya da kendi başına o uzun günde, pek çok olaya ve tabloya sahne olan günde meydana gelecek bir olaydır. Bu günde Yüce Allah'ın tıpkı ilk yarattığı gibi tekrar yarattığı cesetler kabirlerden çıkacak ve sorguya çekilecek, mükafatını veya cezasını görecektir.

Bu sahnelerin ve olayların sergilenmesinden sonra "Herkes neyi öne neyi geriye aldığını öğrenir" ayetinin gelmesi de bunu pekiştirmekte ve onunla uyum içine girmektedir. Ayetin anlamı herkes ilk yaptığını ve son yaptığını bilecektir demektir. Veya dünyada yaptıkları ile ardından bıraktıklarının tesirleri görülecektir. Yahut yalnız dünyada yararlandıkları ile dünyadan sonraki ahirete hazırladıklarını öğrenecektir.

Hangisi olursa olsun herkes bu büyük korkularla birlikte kendi yaptıklarını öğrenecektir. Bütün bu olayların ve tabloların kendisini korkuttuğu gibi kendi yaptıklarını öğrenmesi de onu o derece korkutacaktır.

Kur'an'ın eşsiz ifadesi diyor ki; "Kişi öğrenir" ifade anlam yönünden herkes öğrenir demektir. Fakat bu ayetteki ifade daha etkili ve daha vurguludur. Öte yandan iş onun ilk yaptığı ile en son yaptığına varıncaya kadar her şeyi öğrenmesi ile bitmiyor. Bu öğrenmenin devrilen evrenin sahnelerindeki korkuyu ve dehşeti andıran zorlu bir etkisi de bulunmaktadır. Kur'an ifadesi bunu açıkça söz konusu etmemekle beraber bu havayı vermektedir. Böylece ifade daha etkili ve daha vurgulu bir şekle dönüşmektedir.

İnsanların duyu organlarını, hislerini, akıllarını ve vicdanlarını uyaran, harekete geçiren bu girişten sonra insanın bugünkü durumuna, pratiğine yönelmektedir. Birde bakıyorsunuz ki insan aldırmaz, vurdumduymaz ve düşünmez bir haldedir. Burada insanın kalbine hoş bir sitem içeren bir dokunuş ile dokunmaktadır. Ayrıca burada gizli bir tehdit de yer almaktadır. Ayrıca Allah'ın ilk nimeti yani insanı böyle düzgün bir şekilde yaratması da hatırlatılmaktadır. Halbuki Rabbi onu dilediği şekilde yaratabilirdi. Fakat O insanı böyle düzgün, dengeli ve güzel bir şekilde yaratmayı tercih etmiştir. Buna rağmen insan bu nimeti takdir etmemekte ve Rabbine şükretmemektedir.

"Ey insan seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir? O, seni yaratan belini doğrultan seni dengeli kılan, dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine."

"Ey insan" diye başlayan bu hitap insanın bünyesindeki en değerli özelliğine seslenmektedir. Bu onu diğer canlılardan ayıran, en yüce makama çıkaran Allah'ın ikramına ve bol keremine vesile olan "insanlığıdır."

Onun hemen ardında şu tatlı güzel sitem yer alıyor: "Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir?" Ey Rabbinin kendisine ikramda bulunduğu, koruduğu ve eğittiği insan. Ey insan; seni Rabbine karşı aldatıp O'nun hakkında kusur yapmana, emrini hafife almana ve O'na karşı edepsizlik yapmana yol açan nedir? Halbuki Rabbin engin kerem sahibidir. ikramın, bağışın ve iyiliğin kapılarını ardına kadar açmıştır. İşte onun bu bol ihsanından biri de seni diğer yaratıklardan ayıran insanlığını sana lütfetmesidir. Ona karşı neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kavramamızı, düşünüp anlamamızı ve iyiyle kötüyü birbirinden ayırmamızı sağlayan bu insanlık özelliğidir.

Ardından derin anlamlı, etkili ve ifadenin tüm gizli işaretlerini içeren bu seslenişte özlü olarak anlatılan bu ilahi ikramı biraz açıklıyor. Ayetin başında insan olmasından dolayı kendisine çağrıda bulunulan, insana bahşedilen engin ilahi kerem biraz izah ediliyor. Bu izahta insanın yaratılışına, ayağa kalkışına ve dengede duruşuna dikkat çekiliyor. Halbuki Allah insanı dilediği şekilde kalıba dökebilirdi. Fakat O sırf engin kereminden lütuf ve ihsanından, feyz ve bağışından kaynaklanan tercihi ile insanı bu şekilde yaratmıştır. Her şeye rağmen bu insan Allah'ın nimetlerini takdir etmemekte, şükretmemektedir. Aldanmakta ve aldırmamaktadır.

Ardından bu gururun ve kusurların sebebi ortaya konuyor. Bu ise hesap gününü yalanlamaktır. Yüce Allah hesabın gerçek mahiyetini bildirmekte ve her işin karşılığının farklı olacağını, pekiştirici ve kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.

9 - Hayır! Aksine siz dini yalanlıyorsunuz.

10 -Şüphesiz başınızda bekçiler vardır.

11 - Şerefli katipler.

12 - Yaptıklarınızı bilirler.

13 - Şüphesiz iyiler cennettedirler.

14 - Kötüler de cehennemdedirler.

15 - Din günü oraya sürülürler.

16 - Oradan bir daha çıkamazlar.

Ayet-i kerimelerin başındaki "kella" (Hayır) kavramı, onların içinde bulunduğu tutumu red ve çürütmektedir. Hatta o zamana kadar ki konuşmayı kestirip atmaktadır. Yeni bir söz türüne giriş yapmaktadır. Bu açıklama, bildirme ve pekiştirme üslubudur. Bu üslup; tasvir, hatırlatma ve sitemde bulunmaktan farklıdır.

"Hayır! Aksine siz dini yalanlıyorsunuz."

Hesaba çekilmeyi, sorgulanmayı ve cezalandırılmayı inkar ediyorsunuz. İşte asıl gururunuzun ve görevlerinizdeki kusurunuzun temel nedeni budur. Bir kalp hesaba çekilmeyi ve cezalandırılmayı inkar ettiği halde hidayet, iyilik ve itaat yolunu dosdoğru takip edemez. Bazen kalpler arınıp yücelir, berraklaşır. Sırf sevdikleri için Rabblerine itaat edip ona kulluk ederler. Azabından korkarak değil, mükafatını umarak değil. Buna rağmen bu kalpler kıyamet gününe inanır ve onun endişesini gönüllerinde taşırlar. Onu görmek isterler. Sevdikleri ile karşılaşmayı, arzu ettikleri ve görmek istedikleri Rabblerinin huzuruna çıkmak arzusunda olurlar. İnsan bu günü bütünü ile yalanladığında ise artık hiçbir ahlak kuralı tanımaz. Bağlılık kabul etmez. Aydınlığa yanaşmaz. Artık onda kalp, canlılığını yitirmiştir. Vicdan hassasiyetini ve duyarlılığını kaybetmiştir.

Din gününü yalanlıyorsunuz. Halbuki adım adım ona yaklaşıyorsunuz. İşlediğiniz her şey orada aleyhinize kayda geçmektedir. Hiçbir şey zayi olmamakta ve hiçbir şey unutulmamaktadır.

"Şüphesiz başınızda bekçiler vardır. Şerefli katipler. Yaptıklarınızı bilirler."

Bu kaydedenler insanın başına verilmiş olan ruhlardır. Meleklerden olan bu ruhlar insana eşlik etmekte ve onu gözetlemektedir. "Şüphesiz başınızda bekçiler vardır." Biz tüm bunların nasıl meydana geldiğini bilemiyoruz. Bunların nasıl meydana geldiğini öğrenmekle yükümlü de değiliz. Çünkü yüce Allah bunları öğrenmek için gereken yeteneğimiz olmadığını ve bunları öğrenmemizin bize bir yararı olmadığını bilmektedir. Çünkü bu konular bizim görevimiz ve varlık amacımız kapsamına girmemektedir. Dolayısı ile bizler bu gayb konusunda Allah'ın bize açıkladıklarının dışında öte bilgiler elde etmeye uğraşmak zorunlu değiliz. İnsanın kalbini başı boş bırakılmadığını hissetmesi yeterlidir. İnsanın kendi başına her şeyi kayda geçen, yaptığı her şeyi bilen onurlu katiplerin başına dikildiğini hissetmesi, ürpermesi, irkilmesi, uyanması ve edebini takınması için yeterlidir. Zaten asıl verilmek istenen de budur.

Surenin havası onur ve ikram havası olduğundan başımıza dikilen meleklerin "şerefli" melekler olduğu belirtilmektedir. Böylece gönüllerde utanma ve bu onurlu melekler huzurunda kendisine çeki düzen verme duygusu gönüllerde harekete geçirilmek istenmektedir. Çünkü insan, değerli insanların huzurunda söz, hareket ve iş olarak açık vermekten, yanlış yapmaktan haya eder ve çekinir. İnsan her an ve her durumda "onurlu" meleklerden bir grubun huzurunda olduğunu düşünüp hissettiğinde durumu nice olur. Dolayısıyla bu meleklerin, insanın güzel özellik ve işleri dışında başka şeylere şahit olmamaları gerekir.

Kur'an bu gerçeği, canlı ve insanın kolayca anlayabileceği bu düşünce ile insanın kalbinde duyguların en yücelerini harekete geçirmektedir.

Ardından hesaba çekildikten sonra iyilerin ve kötülerin varacakları son durağı dile getirmektedir. Tabii ki bu son durak değerli kâtibelerin kayıtları esas Alınarak belirlenecektir.

"Şüphesiz iyiler cennettedirler. Kötüler de cehennemdedirler. Din günü oraya sürülürler. Oradan bir daha çıkamazlar."

Bu kesin bir sondur. Belirlenmiş bir akıbettir. İyiler cennete gideceklerdir, kötüler cehenneme. İyiler sürekli iyi iş yapan, bunu Alışkanlık haline getiren ve vazgeçilmez sıfatı haline getiren kişilerdir. İyi işler, bütün hayırlı işleri kapsamına alır. Bu sıfat bütün çağrışımları ile kerem ve insanlıkta uyum sağlamaktadır.

Bunun karşısında olan "kötüler" sıfatı ile de uyum içine girmektedir. Bu da edepsizlik, günah ve isyanın her çeşidini içine almaktadır. Cehennem ise bu kötülüklerin karşılığıdır. Sonra onların hallerini daha da açığa çıkarmaktadır. Din günü oraya sürüleceklerdir." Bu da onu bir daha pekiştirip sağlamlaştırmaktadır. "Oradan bir daha çıkamazlar." Başta kaçıp kurtulamazlar! Belli bir süreye kadar dahi olsa oraya girdikten sonra artık kurtulamazlar. Böylece iyiler ile kötüler cennet ile cehennem arasındaki karşılaştırma açıklanmaktadır. Cehenneme gireceklerin durumu daha açık ve daha kesin biçimde vurgulanmıştır!

Yalanlama konusu din günü olduğundan orada meydana gelecek olaylar ifade edildikten sonra tekrar ona dönülüyor. Böylece bu günün gerçek dehşetini ve büyüklüğünü ortaya koymak, onun gerçek mahiyetinin, korkunçluğunu bilinmezlikle ön plana çıkarıyor, o gün insanları kuşatacak olan sınırsız acizliğin yardım ve yardımlaşma konusundaki her türlü umudun kırılması dile getiriliyor. Ayrıca bu zor günün tek yetki mercinin Allah olduğunu vurgulanıyor.

17 - Din gününün ne olduğunu bilir misin sen?

18 - Hem din gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?

19 - O gün kimsenin kimseye faydası olmaz. O gün yetki sadece Allah'ındır

İnsanların bilgisizliğini ortaya koymak için soru sormak, Kur'an'ın ifade üslubunda kullandığı bilinen bir yöntemdir. Bu soru ile insanın gönlüne ve hissine, işin insanın anlama kapasitesinin ve sınırlarının çok ötesinde bir büyüklüğe ve korkunçluğa sahip olduğu yerleştirilmektedir. Yani o tüm düşüncelerin tüm beklentilerin ve Alışılagelen her şeyin çok üstünde çok ötesindedir.

Sorunun tekrar edilmesi ise bu korkuyu daha da artırmaktadır.

Sonra bu tasvirle uyum sağlayan açıklama gelmektedir. "O gün kimsenin kimseye faydası olmaz." Bu tam bir acizlik, tam bir yıkılmışlıktır. Bu gerçekten kuşatma altına alınma ve ezilip büzülmedir. Kendi acısı ve yükü ile uğraşan insanların tanıdıkları herkesten ayrılmalarıdır. El etek çekmeleridir. "O gün yetki sadece Allah'ındır." Yalnız yüce Allah'ın elinde. Aslında hem dünyada hem de ahirette hüküm ve yetki sahibi zaten Allah'tır. Fakat bu günde yani kıyamet gününde bu gerçek gafil ve gururlu insanların bu dünyada kendisinden habersiz kalabildikleri bu gerçekle kesinlikle yüz yüze gelecekler. Hiçbir gizli taraf kalmayacak, aldatılmış ve saptırılmış hiç kimsenin gözünden kaçmayacaktır.

Surenin girişindeki dalgalı, coşkun, hareketli korku atmosferi ile surenin sonundaki bu sessiz, durgun, heybetli korku birbirini bütünlemektedir. His bu iki korku arasında sıkışıp kalmaktadır. Her ikisi de korkutucu, titretici ve insanın aklını başından alacak niteliktedir. Bu ikisinin arasında ise insanı mahcup düşüren, eriten yüce sitem yer almaktadır!