Kehf Sûresindeki Kıyamet Sahnesi
29 - Onlara "Bu Kur'an, Allah tarafından gönderilmiş bir gerçektir, isteyen inansın, isteyen inkar etsin " de. O ateşe atılanlar "su, su " diye feryat ettiklerinde çığlıklarına karşılık kendilerine ergimiş metal gibi yüzleri kavuran bir sıvı sunulur. O ne fena bir içecek ve orası ne fena bir barınaktır.
30 - İman edip iyi ameller işleyenlere gelince, biz iyilik yapanları kesinlikle ödülsüz bırakmayız.
31 - Onlar için altlarından çeşitli ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Kolları altın bileziklerle süslüdür. Orada ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerek koltuklara kurulurlar. O ne güzel bir ödül ve orası ne güzel bir barınaktır.
"Onlara; "Bu Kur'an Allah tarafından gönderilmiş bir gerçektir, isteyen inansın, isteyen inkâr etsin" de."
Bu şekilde onurlu bir tavırla, böylesine bir açıklıkla ve böylesine bir kesinlikle söyle. Çünkü gerçek, hiç kimseye yaranmaz, hiç kimsenin önünde eğilmez. Çarpık bir tarafı bulunmayan dengeli yolunu, hiçbir zayıf tarafı bulunmayan güçlü metodunu, kapalılığa yer vermeyen, apaçık stratejisini izler. Şu halde isteyen bu gerçeğe inansın, isteyen inkâr etsin. Gerçekten hoşlanmayan gidebilir. Kişisel arzusunu Allah'dan gelen gerçek içerikli kitaba uyduramayanın arzusuna göre inanç sistemini şirin gösterme söz konusu olamaz. Dünyanın çekiciliğine yönelik ilgisinden soyutlanmayana, Allah'ın ululuğu karşısında büyüklük kompleksinden vaz geçmeyene İslâm inanç sisteminin ihtiyacı yoktur.
Bundan sonra surenin akışı, bir kıyamet sahnesinde kâfirler ve mü'minler için hazırlanan akıbetleri sunuyor.
"O ateşe atılanlar "su su" diye feryat ettiklerinde çığlıklarına karşılık kendilerine ergimiş metal gibi, yüzleri kavuran bir sıvı sunulur. O ne fena bir içecek ve orası ne fena bir barınaktır."
O ateşi yakıp hazırlamışız. Tutuşturmak için yeni bir çabaya gerek yok. O ateşin hazırlanması da zaman almaz. Herhangi bir şeyin yaratılması, "ol" sözünün söylenmesi, onun da "oluvermesi" dışında bir çabayı gerektirmemekle beraber ayette kullanılan "hazırladık" kelimesi çabukluk, hazırlama, ortamı oluşturma ve gelecek için hazırlanan, tutuşturulan ateşle direkt karşılaşma anlamını çağrıştırıyor.
Bu ateşin tutuşturulduğu yerin çevresinde kalın duvarlar vardır ve zalimleri çepeçevre kuşatmıştır. Kaçmak mümkün değildir bu ateşten. Kurtulma, ateşten çıkma ümidi de yok. Bir esintiye yol verecek yahut bir hava akımının geçmesine imkân verecek en ufak bir delik bile yoktur bu duvarlarda.
Ateşin kavurucu sıcağından ve susuzluğun dayanılmaz boyutlara ulaşmasından dolayı su isteyecek olurlarsa, kendilerine su sunulur ama, bir görüşe göre kendilerine kaynamış yağın tortusuna diğer bir görüşe göre de kızartılmış irine benzer bir sıvı sunulur. Bu sıvı yaklaştırılır yaklaştırılmaz yüzleri kavuruyor. Peki bu sıvıyı yutacak boğazlar ve karınlar buna nasıl katlanacak. Ateşten kavrulanların içtiği bu sıvı "ne fena bir içecektir." Barınmak ve yaslanmak için ateş ve onu kuşatan duvarları ne fena bir yerdir. Ateş ve surlardan barınak olarak söz edilmesinde acı bir olay vardır. Yoksa onlar ateşte barınmıyorlar, tam tersine kavruluyorlar. Ama bu ifade iyi işler yapan mü'minlerin cennetlerde barınmalarına karşılık olarak yer alıyor... Ne var ki, iki barınak arasında korkunç bir fark vardır.
Bunlar, bu durumdayken iyi işler yapan mü'minler de Adn cennetlerinde oturuyorlar... Altlarından çeşitli ırmaklar, tatlı bir esinti ve güzel manzaralar arasında akarlar. Onlar burada gerçek anlamda barınıyorlar.
"Koltuklara kurulurlar."
Değişik renklerde, ince, saf, yumuşak ve hafif ipekten giysiler giyerler. Çekici, altın yaldızlı ipek giysiler vardır üzerilerinde. Bunların yanında süs ve zevk amacı ile altın bilezikler takarlar kollarına.
"O ne güzel bir ödül ve orası ne güzel bir barınaktır."
Şu halde kim neyi isterse onu seçsin. İsteyen inansın, isteyen kâfir olsun. Dileyen elbiselerinden ter kokuları gelen yoksul mü'minlerle bir arada otursun dileyen bundan kaçsın. Allah'ı anmak suretiyle arınan tertemiz kalpleri bürüyen giysilerden gelen ter kokularından hoşlanmayanlar, ateşten duvarları barınak edinebilirler, kaynamış yağın tortusunu ya da ateşin kavuruculuğu karşısında kendilerine sunulan yakıcı irini afiyetle (!) içebilirler.
* * *
47 - O gün dağları yerlerinden,söküp yürütürüz. Yeryüzünü çırılçıplak ve dümdüz görürsün. Tek bir kişiyi gözardı etmeksizin tüm insanları bir araya toplarız.
48 - Hepsi sıra sıra Rabb'inin huzuruna çıkarılırlar. Onlara "Tıpkı ilk yarattığımızda olduğunuz gibi şimdi karşımıza çıktınız. Oysa benimle hiç karşılaşmayacağınızı sanmıştınız " denir.
49 - İnsanların amel defterleri (çalışma karneleri) ortaya getirilmiştir. Günahkârların bu defterlerin yazılarını korku dolu gözlerle incelediklerini görürsün. Bir yandan da "Vay başımıza gelenlere! Ne biçim def termiş bu; küçük-büyük hiçbir davranışımızı atlatmadan sayıp dökmüş, derler. " Yaptıkları her işin kaydını karşılarında bulmuşlardır. Rabb'in hiç kimseye haksızlık etmez.
Bu tabiat olaylarının yer aldığı bir sahnedir. Bu olayların meydana getirdikleri korku, kalplerin bu olaylar karşısında duydukları korku somutlaştırılıyor. Bu sahnede sarsılmaz dağlar hareket ediyor, yürüyor. Peki kalpler nasıl ürpermez, dehşete kapılmaz. Bu sahnede yeryüzü çıplak olarak beliriyor; her taraf ortadadır yeryüzünün. Üzerinde tepe, çukur, dağ, vadi gibi hiçbir şey yok dümdüz ortadadır. Kalplerin gizlilikleri de saklı hiçbir şey kalmamak üzere bu şekilde ortaya dökülecektir.
Herhangi bir şeyin gözlenmesine, herhangi bir kimsenin saklanmasına imkân vermeyecek şekilde dümdüz ve her şeyiyle ortada bulunan bu yeryüzünde "Tek bir kişiyi gözardı etmeksizin tüm insanları bir araya toplarız."
Hiç kimseyi gözden kaçırmayan bu kapsamlı toplantıdan, alınarak hepsi büyük bir meydana götürülürler "Hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna çıkarılırlar." İnsanların dünya üzerine ayak basmalarından dünya hayatının sonuna kadar yeryüzünde bulunan sayısız yaratık, bir araya gelir, toplanır ve sıra sıra dizilirler. Hiçbiri bu toplantıya, bu sıraya katılmazlık edemez. Çünkü yeryüzü hiç kimseye saklanma imkânı vermeyecek şekilde her şeyiyle ortadadır ve dümdüz hale getirilmiştir.
Bu noktada surenin akışı o günün niteliklerini saymayı bir yana bırakıyor ve doğrudan doğruya o geniş meydanda toplananlara hitap ediyor. Sanki sahne şu anda gözlerimizin önünde yaşanıyor gibi. Sahnede olup bitenleri adeta görüyor, konuşulanları bizzat işitiyoruz gibi. Bu günü yalanlayan, böyle bir şeyi inkâr edenlerin yüzlerindeki utanç ifadesini görüyor gibiyiz.
"Tıpkı ilk yarattığımızda olduğu gibi şimdi karşımıza çıktınız. Oysa benimle biç karşılaşmayacağınızı sanmıştınız."
O günün niteliklerinin anlatılmasından, doğrudan toplananlara hitap etmeye yönelik bu dönüşüm, sahneyi daha canlı hale getiriyor, somutlaştırıyor. Sanki bu sahne gaybın bilinmezlikleri içinde hesaplaşma gününde değil de şu anda karşımızdaymış gibi.
Yüzlerdeki utanç ifadesini, çehrelere yansıyan aşağılanmışlık belirtilerini ayrıca bu suçlulara azarlayıcı bir üslupla hitap eden ulu ve dehşet verici sesi çok yakından hissediyor ve görüyor gibiyiz. "Tıpkı ilk yarattığımızda olduğunuz gibi şimdi karşımıza çıktınız." Ama siz böyle bir şeyin olmayacağını sanıyordunuz. "Oysa benimle hiç karşılaşmayacağınızı sanmıştınız."
Bir olayı tanımlama üslubundan direkt hitap üslubuna geçmek suretiyle sahne canlı ve hareketli hale getirildikten sonra surenin akışı tekrar orada olup bitenleri anlatmaya başlıyor:
"İnsanların amel defterleri (çalışma karneleri) ortaya getirilmiştir. Günahkârların bu defterlerin yazılarını korku dolu gözlerle incelediklerini görürsün." İşte bu önlerine konan, onların dünya hayatlarındaki çalışma karnesidir, amel defteridir. Bu defteri inceliyorlar, evirip çeviriyorlar, her şey var defterde. Son derece kapsamlı, iğneden ipliğe, her şeyi içeren incelikli bir defter. Bunu görür görmez başlarına gelecek akıbetten korkmaya başlıyorlar. Hiçbir şeyi gözden kaçırmayan hiçbir davranışı atlamayan bu defteri inceleyince içleri daralıyor, sıkılıyorlar. "Vay başımıza gelenlere! Ne biçim deftermiş bu, küçük-büyük hiçbir davranışımızı atlamadan sayıp dökmüş" derler." Bu, yürek acısından kaynaklanan, öfke dolu ve en kötü akıbete çarptırılacağının bilincinde olan birinin söyleyeceği sözdür. Çünkü kıskıvrak yakalanmış, her şey ortaya dökülmüştür. Bir tarafa kaçması, kıvırması mümkün değildir. Demagoji yapmaya, yalan yanlış açıklamalarda bulunup yakayı kurtarmaya imkân yoktur: "Yaptıkları her işin kaybını karşılarında bulmuşlardır." Böylece haksızlığa uğramadan hak ettikleri cezaya çarptırılmışlardır. "Rabb'in hiç kimseye haksızlık etmez.'
Kıyamet günü durumları bundan ibaret olan suçlular güruhu şeytanın kendilerine düşman olduğunu biliyorlardı. Ne var ki, onlar bu düşmanı dost bilip önder edindiler. O da onları bu korkunç duruma sürükledi, başlarına bu felâketin gelmesine neden oldu. Şeytan ve soydaşları Hz. Adem'le -selâm üzerine olsun- İblis arasında baş gösteren olaylardan bu yana insanlara düşmanlıklarını sürdürdükleri halde insanların onları dost bilip önderler edinmesi ne kadar çelişkili, ne kadar tuhaf bir durumdur!
* * *
52 - O Allah müşriklere "Benim ortaklarım olduklarını sandığınız düzmece ilahları yardıma çağırınız" der. İşte onları yardıma çağırdılar, fakat çağrılarına karşılık vermediler. Onların aralarına engel olarak bir cehennem vadisi koyduk.
53 - Günahkârlar cehennem ateşini görünce oraya atılacaklarını anlarlar, fakat geri kaçarak sığınacakları bir başka yer bulamazlar.
Onlar kanıtsız hiçbir iddianın dikkate alınmadığı, bir anlam ifade etmediği bir konuda bulunuyorlar. Bu durumda insanları yaptıklarından dolayı hesaba çeken yüce Allah, kendisinin ortakları olduğunu ileri sürdükleri düzmece tanrıları getirmelerini ve huzurunda hazır bulunmaları için onları çağırmalarını emrediyor. Onlar da bir an için ahirette olduklarını unutarak bu düzmece tanrılara sesleniyorlar. Fakat Allah'a ortak koştukları bu düzmece tanrılar onlara cevap vermiyorlar. Çünkü bunlar yüce Allah'ın yarattığı bazı yaratıklardır. Böylesine dehşet verici bir ortamda ne kendilerine ne de başkalarına herhangi bir yararları dokunamaz. Yüce Allah kullukta bulunulan bu düzmece tanrılarla onlara kulluk sunan suçlular arasında yok edici bir engel koymuştur. Ne onlar, ne de bunlar bu engeli aşamazlar. Yüce Allah'ın aralarına koyduğu engel cehennem ateşidir.
"Onların aralarına engel olarak bir cehennem vadisi koyduk."
Suçlular bu engeli görüyorlar. Bu yüzden sürekli korku ve endişe içindedirler. Her an ateşten bu uçuruma yuvarlanma beklentisi içindedirler. Ne kadar zor bir durum insanın hazırda bekleyen bir azaba uğratılacağını bilmesi. Onlar da bu azaptan kurtulamayacaklarını, bir yere sığınamayacaklarını anlamışlar.
"Günahkârlar cehennem ateşini görünce oraya atılacaklarını anlarlar. Fakat geri kaçarak sığınacakları bir başka yer bulamazlar."
Şayet onlar kalplerini dünyadayken bu Kur'ana yöneltselerdi, Kur'anın sunduğu hak mesajı tartışma konusu yapsalardı, bugün bu azaptan kaçıp bir sığınak bulabilirlerdi. Nitekim yüce Allah bu Kur'an'da onlara her türlü durumu kapsayan değişik alanlardan çeşitli örnekler vermişti.
* * *
103 - Ey Muhammed, dedi ki; "Çalışmalarında en ağır kayba uğrayanları size haber verelim mi?"
104 - "Dünya hayatında bütün emekleri boşa gittiği halde çok iyi işler yaptıklarını sananların kimler olduğunu size söyleyelim mi?"
105 - Bunlar, Rabb'lerinin ayetlerini ve O'nun huzuruna çıkaracaklarını inkâr edenlerdir. Bu yüzden onların iyi işleri geçersiz olmuştur. Kıyamet günü onların yaptıkları işleri tartıya almayız, kendilerine değer vermeyiz.
106 - İşte onların cezası cehennemdir. Bu ceza onların inkârcı tutumlarının, ayetlerimi ve peygamberimi alaya almalarının karşılığıdır.
107 - İman edip iyi ameller işleyenlere gelince onlar, Firdevs cennetlerinde ağırlanacaklardır.
108 - Orada sonsuza dek kalacaklar, başka bir yere taşınmak istemeyeceklerdir.
"Dünya hayatında onların bütün emekleri boşa gitmiştir."
Bu emekleri onları doğru yola iletmemiş, onlara bir kazanç elde etmelerini, bir hedefe varmalarını sağlayamamıştır. Buna rağmen "Onlar çok iyi işler yaptıklarını sanmaktadırlar." Çünkü onlar gerçeklerden o kadar habersizdirler ki, emeklerinin boşa gittiğinin, çabalarının kaybolduğunun bile farkında değildirler. Boşa giden, kaybolan, kendilerine hiçbir yarar sağlamayan bu çabalarını sürdürüyorlar, ömürlerini bu uğurda boşu boşuna tüketiyorlar.
"Rabb'lerinin ayetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr edenlerdir. Bu yüzden onların iyi işleri geçersiz olmuştur."
Ayetlerin orjinalinde geçen "Habita" kelimesi, bir hayvanın zehirli bir bitki yemesi sonucu karnının şişmesi, sonra da patlayıp ölmesi anlamına gelir. Bu kelime onların yaptıkları iyi işlere son derece uygun düşmektedir. Çünkü bu işler parlak ve şişkin görünürler, onlar da bu işlerin iyi, başarılı ve kârlı olduklarını sanırlar. Ama çok geçmeden yok olup giderler!
Mü'minlerin Firdevs cennetlerinde ağırlanmaları, kâfirlerin cehennemde ağırlanışlarına karşılık olarak yer alıyor. Her iki grubun ağırlandığı yer arasında ne korkunç bir fark vardır!
"Orada sonsuza dek kalacaklar, başka bir yere taşınmak istemeyeceklerdir."
Bir de "başka yere taşınmak istemeyeceklerdir" cümlesinde ifadesini bulan insan ruhunun özelliğine ve zevk alma duyarlılığına yönelik şu derin ve incelikli yaklaşıma dikkat çekmek istiyoruz. Bu psikolojik yaklaşımın derinliği ve incelikliliği karşısında durup bir miktar düşünme gereğini duyuyoruz.
Evet mü'minler Firdevs cennetlerinde sonsuza kadar kalacaklardır. Ama insan ruhu, değişikliğe ve farklı ortamlara eğilimlidir. Monotonluktan sıkılır. Sürekli bir durumda hep aynı yerde kalmak ona bıkkınlık verir. Nimetin değişmeyeceğini, tükenmeyeceğini anlayınca ona karşı duyduğu derin arzu kaybolur. Uzun süre bir tempoda hareket etmek sonunda onu bıktırır. Hatta sıkılır, ondan kaçıp kurtulmaya çalışır.
Bu, yüce bir hikmeti gerçekleştirmesi amacı ile yaratılan insanın değişmez özelliğidir, fıtratıdır. İnsanın psikolojik yapısında yer alan bu değişmez özellik onun üstlendiği yeryüzü halifeliğine ve bu görevde oynadığı role uygun düşmektedir. İşte insanın yeryüzü halifeliğinde üstlendiği bu rol, yüce Allah'ın bilgisinin kapsamında olan planlanmış olgunluk düzeyine erişene kadar hayatın sürekli değişmesini, gelişmesini öngörür. Bu yüzden insanın fıtratına değişme, farklılaşma sevgisi, ortaya çıkarma, yeni şeyler öğrenme istediği, bu durumdan diğer bir manzaraya, bir düzenden diğer bir düzene geçme arzusu yerleştirilmiştir. bir manzaraya, bir düzenden diğer bir düzene geçme arzusu yerleştirilmiştir. Amaç, insanın; hayatın realitesini değiştirmek, dünyada gizli kalmış, bilinmeyen şeyleri ortaya çıkarmak, toplumsal düzende ve maddenin biçiminde yenilikler gerçekleştirmek üzere harekete geçmesi, bu yolda ilerleme kaydetmesidir. Böylece değişikliklerin, buluşmaların ve yeniliklerin ardından hayat düzeyi yükselir, gelişir, adım adım yüce Allah'ın bilgisinin kapsamında planlanan olgunluk düzeyine erişir.
Evet, bunun yanı sıra, insan fıtratında eskiye alışma, alışkanlığa bağlanma ve geleneği koruma duygusunun da köklü bir yere sahip olduğu doğrudur. Ancak bütün bunlar, gelişme ve yenilenme eylemlerine köstek olmayacak, hayatı ilerlemeden ve yükselmeden alıkoymayacak; fikirlerin ve rejimlerin donuklaşmasına, hantallaşmasına neden olmayacak bir dereceye kadar olur. Aslında insanın fıtratında yer alan bu direnme özelliği, atılganlık özelliğini dengelemektedir. Ne zaman bu denge bozulur ve herhangi bir topluma donukluk egemen olursa, o zaman hayat çarkını hızla döndüren, gelişme ve ilerleme eğilimlerinin normal sınırlarını aşan devrimler patlak verir. Bu yüzden insanlık hayatının en iyi, en yararlı dönemleri itici ve çekici güçlerin aynı düzeyde tutulduğu ve hayat mekanizmasındaki sürükleyici ve tutucu unsurlar arasında denge sağlandığı dönemlerdi.
Ancak donukluk ve durgunluk egemen olursa bu, hayatın sürükleyici, itici unsurlarının frenlenmesinin, fert ve toplum hayatının ölüme mahkûm edilmesinin ilanıdır.
Bu fıtrat, insanın yapısında yer alan bu özellik, onun yeryüzünde üstlendiği halifelik görevine uygundur. Şu halde kesin olgunluk yurdu olan cennette durum ne olacak? Çünkü orada bu fıtrata, bu özelliğe iş düşmez. Şayet insan ruhu dünyadaki özelliğini koruyacaksa, tükenme endişesi bulunmayan kalıcı nimetler içinde bu özelliğini koruyarak yaşayacaksa, bununla beraber kendisi ve de bu nimet hiç değişmeyecekse, hiç kuşkusuz bir süre sonra bu nimet dünya hayatı için uygun olan özelliklere sahip insan ruhu için cehenneme dönüşecektir. Cennet, konaklayanlar için bir zindan olacaktır. Cehenneme gitme pahasına da olsa biz süre sonra onu terk etmek isteyeceklerdir. Değişimin, farklı ortamlara geçişin kargaşasına, zahmetine razı olacaklardı.
Ne var ki, insan ruhunu yaratan yüce Allah -onun durumunu herkesten iyi bildiği için- bu tür eğilimlerini değiştiriyor ve cennetten taşınma isteğini ortadan kaldırıyor. Hiç kuşkusuz insan ruhunun özelliklerinde yapılan bu değişiklik, cennetteki değişmeyen ve tükenmeyen sonsuzluk hayatını karşılar niteliktedir.