Maide Sûresindeki Kıyamet Sahnesi
36 -İnkârcılar, yeryüzünde ne varsa hepsine, hatta bir misli fazlasına sahip olsalar da kıyamet gününün azabından kurtulmak için tamamını fidye olarak verecek olsalar, onlardan yine kabul edilmez. Onlara çok acıklı bir azap vardır.
37 - Ateşten çıkmak isteyecekler fakat onlar oradan asla çıkamayacaklar. Onlar için kalıcı bir azap vardır.
İnsan hayalinin tasavvur edebileceği en uç nokta kâfirlerin dünyada bulunan her şeye sahip olmaları varsayımıdır. Fakat, Kur'an'ın üslubu, varsayımlar dünyasında ulaşılabilecek bu hayalden daha fazlasını var saymaktadır. Evet onlara, dünyadakilerin tümünün bir kat fazlası ile onların olduğunu varsaymakta ve kıyamet günü azaptan kurtuluş fidyesi olarak bunları vermeyi dileyeceklerini tasvir etmektedir. Onlar ateşten çıkmak için çabalamalarını bu hedefe ulaşmamalarını ve sürekli eziyet veren bir azap içinde kala kalışlarının manzarasını çizmektedir. Gerçekten bu somut ve hareketli bir manzaradır. Bu manzaradan onlar yanlarında dünyadaki her şeyi ve bir o kadarı daha bulunur haldedirler. Allah'a kurtuluş akçesi vermek isterken ki o halleri... Umduklarını bulamamış istekleri reddedilmiş durumdayken cehenneme girişleri sırasındaki halleri... Ve oradan çıkmak isterlerken orada kalmaya zorlanırken ki manzaraları...
* * *
109 - Allah, bütün peygamberleri bir araya getireceği gün insanlar çağrılarınıza ne cevap verdi? diye sorar, Peygamberler de; bizim bir şey bildiğimiz yok. Hiç şüphesiz sen gaybleri bilensin derler.
Yüce Allah zamanın içine serpiştirdiği, arka arkaya, ayrı ayrı yerlere, ayrı ayrı milletlere gönderdiği peygamberlerini bir araya topladığı gün... Zaman, mekan ve milletlerin farklılığına rağmen, insanların hepsini tek bir davaya çağıran peygamberlerini... Son peygamberi de bütün zamanlara ve mekanlara, bütün renklere ve cinslere, insanların hepsine gönderdiği biricik davasını tebliğ eden peygamberleri topladığı gün...
Değişik milletlere, değişik zaman ve mekanlara gönderilen bu peygamberlerin hepsini, onları teker teker gönderen yüce Allah, bir araya topluyor. Onlar da çeşitli yönelişleri ve kabullenişleri bir araya topluyor. İşte bunlar, dünya hayatında insanların en seçkinleri... Beraberlerinde dünyanın her tarafındaki insanlara gönderilen Allah'ın mesajları... Ve onların ardından çeşitli asırlarda onları izleyen insan toplulukları... İşte bunların hepsi Allah'ın huzurunda. İnsanlığın yüce ilah huzurunda dehşet verici bir sahnede. Ve bu sahne baştan sona hayat ve canlılık dolu.
"Allah bütün peygamberleri bir araya getireceği gün insanlar çağrılarınıza ne cevap verdi?"
"İnsanlar çağrınıza ne cevap verdi?"
Bugün ürünler toplanıyor, parçalar yerleştiriliyor, peygamberler ilahî mesajların sonuçlarını Allah'a takdim ediyor ve şahitlerin yanı başında sonuçları ilan ediyor.
"İnsanlar çağrınıza ne cevap verdi?" Peygamberler de diğer insanlar gibi birer beşerdir. Onlar ancak gördüklerini bilir. Kendilerine gizli olan geleceği bilemezler.
Onlar kendi milletlerini doğru yola çağırmışlar, bazıları, bu çağrıyı kabul etmiş bazıları da, bu çağrıya sırtlarını dönmüşlerdir. Peygamberler getirdikleri mesaja kimlerin gerçekten sırt çevirdiğini bilseler de kimlerin onu gerçekten kabul ettiklerini bilemezler. Çünkü onlar işin yalnız dış görünüşünü bilirler. İşin iç yüzünü ise yalnız Allah bilir. Şimdi onlar, kendisini en güzel şekilde tanıdıkları ve büyüklüğü karşısında iliklerine kadar titredikleri ve O'nun karşısında bir şey bildiklerini söylemekten haya ettikleri, yüce Allah'ın huzurundadırlar. Her şeyi bilenin her şeyden haberi olanın huzurunda.
Bu dehşet verici mahşer gününde, yüksek ve düzeyli bir kesimin huzurunda; tüm insanların huzurunda gerçekleşen korkunç bir soruşturmadır. Bu insanların birbiriyle yüzleştirildiği, insanların peygamberleriyle karşılaştırıldığı özellikle bu insanlar da, peygamberlerini yalanlamış olan yalancıların, yalanladıkları peygamberleriyle yüzleştirildiği bir soruşturmadır. Bu soruşturmayla açıkça ortaya çıkıyor ki, bu değerli peygamberler ancak Allah katından görevlendirilmiş ve O'nun dinine çağırmışlardır. İşte şimdi onlar yüce Allah'ın huzurunda, kendi peygamberliklerinden ve daha önce kendilerini yalanlayan kavimlerinden sorguya çekilmektedir.
Peygamberler ise, gerçek ilmin yalnız Allah katında olduğunu ilan ediyorlar ve kendilerinin sahip olduğu bilgilerin ilmin gerçek sahibi huzurunda sözü bile edilemeyeceğini söylüyorlar. Onlar edeplerini ve hayalarını takınıyor ve Allah'ın huzurunda hadlerini biliyorlar.
"Peygamberler de bizim bir şey bildiğimiz yok. Hiç şüphesiz sen gaybleri bilensin, derler."
* * *
116 - Hani Allah "Ey Meryemoğlu İsa sen mi, Allah dışında beni ve Anneni ilah edindin " dedi. İsa şöyle dedi; "Haşa seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim, gerçek olmadığı bildiğim bir sözü söylemek bana yakışmaz, eğer böyle bir şey söyleseydim sen bunu bilirdin, Sen benim içimdekini bilirsin, fakat ben Senin özündekini bilemem, hiç kuşkusuz Sen gaybleri bilensin.
117 - Ben onlara sadece bana emrettiğini yani "Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz dedim. Aralarında bulunduğum sürece onların üzerinde gözetleyici oldum. Fakat sen canımı alınca onların tek gözetleyicisi Sen oldun. Her şeyin şahidi Sensin.
118 - Eğer onları azaba çarptırırsan, onlar senin kullarında; eğer günahlarını affedersen kuşku yok ki Sen üstün iradeli ve hikmet sahibisin.
119 - Allah dedi ki; Bugün, doğruların doğruluklarının yararını görecekleri gündür, onlar için altından nehirler akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razıdır, onlar da ondan razıdırlar. İşte o büyük kurtuluş, o büyük başarı budur.
Yüce Allah Hz. İsa'nın insanlara ne söylediğini çok iyi bilmektedir. Fakat bu o korkunç günde korku ve dehşet dolu soruşturmanın gereğidir. Bu soruşturmada özellikle sorunun kendisine yöneltildiği şahıstan başkasına mesaj verilmek istenmektedir. Fakat olayın bu şekilde ortaya konuşu onurlu ve iyi bir kul olan bir şahsı ilahlaştıranların tutumlarını daha net, eylemlerinin çirkinliğini daha rahat gözlenebilir bir konuma sokmaktadır.
Bu öyle büyük bir günahtır ki, normal bir insan bile böyle bir iftiraya dayanamaz. Kul olduğunu bile bile ilahlık iddiasına kalkışamaz. Nasıl olur da Ulu'l Azm'dan bir peygamber Meryemoğlu İsa böyle bir iddiaya kalkışabilir.
Halbuki ona yüce Allah peygamberliğinden önce de peygamber olduktan sonra da bir dizi nimet vermiştir. O doğru yolda bulunan salih bir kul olduğu halde ilahlık iddiası ile ilgili bir soruşturma nasıl ona yöneltilebilir?
İşte bunun içindir ki huşu ve huzur, dehşet ve ürperti ile dolu bulunan cevap tashih ve tenzih ile başlıyor:
"Gerçek olmadığını bildiğin bir sözü söylemek bana yakışmaz.
Bizzat Allah'ı; kendisinin bu olaydan uzak olduğuna şahit gösteriyor. Ayrıca Allah'ın huzurunda küçüklüğünü dile getirerek kendi kulluğunun özelliklerini ve Rabbinin ilahlık özelliklerini açıklıyor:
"Eğer böyle bir şey söyleseydim, sen bunu bilirdin sen benim içimdekini bilirsin, fakat ben senin özündekini bilemem hiç kuşkusuz sen gaybleri bilensin.
İşte ancak o zaman ve uzun tenzihten sonra söylediklerini ve söylemediklerini ifade etmeye, anlatmaya geçiyor. Onlara ancak kendisinin ve kavminin Allah'a kul olduğunu ve onları Allah'a kulluğa çağırdığını açıklıyor:
"Ben onlara ancak bana emrettiğini, yani benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz dedim."
Vefatından sonra onlardan elini-eteğini çektiğini ifade ediyor. Kur'an-ı Kerim'in açık ayetleri yüce Allah'ın önce Hz. İsa'nın canını aldığını sonra da katına yükselttiğini açıklıyor. Bazı rivayetler O'nun Allah katında diri olduğunu bildiriyor. Burada anlayabildiğim kadarıyla Allah'ın onun dünya hayatına son vermesi yine onun Allah katında diri olması arasında hiç bir çelişki yoktur. Nitekim şehitlerde yeryüzündeki hayatlarını yitirirler. Fakat onlar Allah'ın katında diridirler. Yalnız biz onları nasıl bir hayat sahibi olduklarını bilemeyiz. Hz. İsa'nın hayatı da bunun gibidir. Nitekim o burada Rabbine: "Fakat sen canımı alınca artık onların ne yaptıklarını bilemem" demektedir.
"Aralarında bulunduğum sürece onların üzerinde gözetleyici oldum. Fakat sen canımı alınca onların tek gözetleyicisi sen oldun her şeyin şahidi sensin."
Hz. İsa onların işini kayıtsız şartsız Allah'a havale ederek sözlerini bitiriyor Bununla beraber onların yalnız Allah'a kulluk yapmaları gerektiğini onları bağışlama veya cezalandırma gücünün yalnız Allah'ta olduğunu belirtiyor, onları hem bağışlama hem de cezalandırma konusunda hikmetine uygun olarak hesaba çekecek olanın da olduğunu bildiriyor.
"Eğer onları azaba çarptırırsan, onlar senin kullarındır eğer günahlarını affedersen, kuşku yok ki, sen üstün iradeli ve hikmet sahibisin."
Aman Allah'ım! Allah'ın salih bir kulu ne korkunç bir tabloyla karşı karşıya!
Allah'ın tertemiz kulunun bu derece ürperti içinde kendisinden uzaklaştığı ve bu nedenle Rabbine bu kadar samimiyetle yönelip niyazda bulunduğu bu büyük iftirayı ortaya atanlar nerede acaba?
Bu durumda bu sahnede nerededir onlar? Kur'an ayetleri onlara bir tek defa daha dönüp bakınıyor. Herhalde onlar utançlarından ve pişmanlıkları altında eriyip yok oluyorlar. Biz de ayet-i kerimelerin onları kendi halleriyle baş başa bıraktığı gibi bizde onları bırakıp bu ilginç sahnenin son kısımlarını görmeye çalışalım:
... Bugün doğruların doğruluklarının yararını görecekleri gündür.
Bu değerlendirme yalancıları yalanlarıyla bu onurlu peygambere bütün meselelerin en büyüğünde yakıştırdıkları büyük iftiranın sonuçlarıyla uygun düşen bir sonuçtur. Bu, evrenin bütünüyle içindeki eşya ve canlılarla gerçek temeline dayandığı ilahlık ve kulluk meselesidir..
... Bugün doğruların doğruluklarının yararını görecekleri gündür. Bu alemlerin yüce Rabbinin sözüdür. Bütün alemlerin huzurunda gerçekleşen korkunç soruşturmanın sonunda gelmektedir. Ve o bu sahnenin son sözüdür. Bu konudaki en kesin sözdür. Bununla beraber doğruluk ve doğrulara yakışan mükafat da dile getirilmektedir:
"Onlar için altlarında nehirler akan cennetler vardır.
"İçlerinde ebedi olarak kalacakları"
"Allah onlardan razıdır."
"Onlar da ondan razıdırlar."
Bunlar birbirinin ardından gelen derecelerdir. Cennetler... Orada ebedi kalmak. Allah'ın rızası. İlahlarından gördükleri ağırlama ile hoşnut olmak.
"İşte o büyük kurtuluştur."
Kur'an'ın kendisine özgü sunuş metodu ile ortaya koyduğu neyi gördük ve son sözünü işittik, gördük ve duyduk. Çünkü Kur'an'ın tasvir metodu söylenen sözleri bir vaat halinde bırakmıyor beklenen bir gelecek halinde sunmuyor. Yine onu kulakların duyduğu gözlerin okuduğu soyut ibareler şeklinde vermiyor, o bu tasvir metodu ile duyguları harekete geçiriyor ve gözlerin görebildiği kulakların işitebildiği şu anda meydana gelen gerçek bir olay şeklinde canlandırıyor. Şunu da belirtmek gerekir ki, önünde bir dizi engel bulunan biz insanlara göre beklenen bir gelecek, bir kıyamet günü varsa da o gün Allah'ın mutlak ilmine göre ortada bulunan bir realitedir. Zaman ve zamanın engelleri fani birer varlık olan biz insanların düşüncelerinde ancak söz konusu olabilir.