Mümin Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

10 - İnkar edenlere de bağrılır: "Allah'ın gazabı sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür. Zira siz imana çağrıldığınızda inkar ederdiniz."

Ayeti kerimede geçen "makt" kavramı tiksinmenin, nefretin en son haddi anlamına gelmektedir. Onlara her taraftan şöyle seslenilmektedir: "Siz imana çağrıldığınız halde inkar ettiğiniz gün yüce Allah o kadar sizden nefret etmiştir ki, bu nefret sizin bu inkarınızın sizi sürüklediği kötülüğü ve çirkinliği gördüğünüz bugün kendi kendinize duyduğunuz nefretten daha fazladır. Siz iş işten geçmeden önce iman çağrısına kulak asmadığınız ve onu inkar ettiğiniz için bugün kendinizden nefret ediyorsunuz." Böyle korkunç ve çetin bir günde bu hatırlatma ve bu sitem o kadar acı olmaktadır ki!

Şu anda aldanma ve sapıklık maskeleri indirildiği için onlar yalnız Allah'a yönelineceğini öğreniyorlar ve O'na yöneliyorlar:

11 - Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi şu ateşten çıkmak için bize bir yol var mı?"

Bu aşağılanmış, umudunu yitirmiş, dünyası kararmış bir insanın son çırpınışıdır... "Ey Rabbimiz!" Halbuki daha önce onlar inkara kalkışıyor ve küfrü seçiyorlardı. Bizi önce yarattın. Sonra ölülere ruh üfledin. Birden diriliverdiler. Birden kendimizi dirilmiş gördük. Sonra bizi öldükten sonra tekrar dirilttin. Ve huzuruna geldik. Sen bizi şu anda içinde bulunduğumuz durumdan kurtarabilirsin. Günahlarımızı itiraf etmiş bulunuyoruz zaten: "Kurtuluşun bir yolu var mı acaba?" Yanmayı, hayıflanmayı ve acı ümitsizliği çağrıştıran böyle bir ifadeyle: Herhangi bir yol. Böyle ümitsizlik dolu bir ortamda bu akıbetlerinin sebebi yüzlerine vuruluyor:

12 - Onlara "Bu duruma düşmenizin sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkar ederdiniz. O'na ortak koşulunca inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'ındır."

İşte sizi bu zillet ortamına sürükleyen sebep budur. Allah'a ortak koşulan düzmece ilahlara inanmanız ve Allah'ın birliğini kabul etmemeniz. Hüküm yüce ve büyük olan Allah'ındır. Yücelik ve büyüklük hüküm konumu ile tam uyum sağlayan iki sıfattır. Her şeyden üstün olmak ve her şeyden büyük olmak. Hem de herkesin son durumunun belirlendiği sırada.

Bu sahnenin etkileri devam ederken bu üstünlük konumuna uygun düşen Allah'ın bazı sıfatlarına geçilmekte ve bu esnada müminler Allah'a niyazda bulunmaya yöneltilmektedir. Sırf Allah'a yönelerek, samimi bir biçimde O'na teslim olarak dua etmeleri istenmektedir. Karşılaşma, hüküm ve ceza-mükafat gününün yüce Allah'ın hakimiyet, egemenlik ve üstünlük konusunda yegane güç odağı olarak ön plana çıktığı günün önemine dikkat çekmek için vahiy gerçeğine işaret ediliyor:

13 - Size mucizelerini gösteren, size gökten rızık indiren O'dur. Allah`a yönelenden başkası ibret almaz.

"Ayetlerini size gösteren O'dur:' Allah'ın ayetleri bu varlık alemindeki her şeyde görülmektedir. Güneşten yıldızlara, geceden gündüze, yağmura, şimşeğe gök gürültüsüne varıncaya kadar büyük ve geniş bir sahada... Çiçek, yaprak, hücre ve atom gibi en küçük varlıklara varıncaya kadar her şeyde harika bir ayet bir mucize göze çarpmaktadır. Bu harika varlıkların dehşet verici büyüklüğü insan onları - yoktan var etmek şöyle dursun- taklid etmeye kalktığı zaman dahi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu evrende yüce Allah'ın eli tarafından yaratılan en basit ve en küçük yaratığı bütün inceliğiyle eksiksiz olarak taklid etmek o kadar olmayacak bir iştir ki!

* * *

16 - O gün onlar meydana çıkarlar; onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. "Bugün hükümranlık kimindir?" denir.

Hepsi "Gücü her şeye yeten tek Allah'ındır" derler.

Her yerde ve her zaman onların Allah'tan gizli bir şeyi olamaz. Yalnız onlar bugünün dışındaki günlerde kendilerinin örtülü olduklarını, hareketlerinin ve işlerinin gizli kaldıklarını sanabilirler. Bugün ise onlar bütün çıplaklıkları ile ortada olduklarını görüyorlar. Bütün ayıplarının, suçlarının ortaya çıkarıldığını biliyorlar. Bütün örtülerden, kuruntudan ibaret olan örtülerden dahi soyutlanmış halde meydanda duruyorlar.

İşte o gün büyüklük taslayanlar küçülürler. Zorbalar ve zalimler büzülürler. Bütün bir varlık ürkeklikle ve bütün kullar tam bir gönülden teslimiyetle huzuri ilahide dururlar. Mülkün, egemenliğin tek sahibi ise bütün gücü ve otoritesi ile öne çıkar. Zaten o bu konularda her zaman ortaksızdır. Bu günde ise söz konusu gerçeklik gözle görülebilecek derecede açıklık kazanır. Karanlıklara, gizliliklere göründükten sonra... Bu gerçekliği her inkar eden öğrenir, her büyüklük taslayan kavrayıp anlar. Bütün sesler kesilir. Bütün hareketler durur. Her yüreği titreten yüce bir ses ortalığa yayılır. Kendisi sorar, yine kendisi cevap verir. O gün bütün bir varlık içinde ondan başka soru sorabilecek ve cevap verebilecek kimse yoktur:

"Bugün hükümranlık kimindir?" "Gücü her şeye yeten tek Allah'ındır."

17 - Bugün herkese, kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.

Bugün ortaya konan eylemin gerçek karşılığının verileceği gündür. Bugün adalet günüdür. Bugün kesin hüküm günüdür. Fırsat verme ve geciktirme yoktur bugün.

Her tarafa gerçek bir saygı ve sessizlik egemendir. Her tarafta korku ve içten boyun eğiş hakimdir. Bütün yaratıklar dinliyorlar ve teslim oluyorlar. Böylece mesele biter ve hesap defterleri dürülür.

Bu manzara surenin baş tarafında Allah'ın ayetleri hakkında tartışmalara giren insanlar hakkında söylenen "İnkarcıların memlekette gezip-dolaşmaları seni aldatmasın" cümlesi ile tam bir ahenk içine girmektedir. İşte yeryüzünde gezip dolaşmanın ve haksız yere üstünlük taslamanın, azgınlaşmanın, büyüklenmenin, servetin ve imkanların içinde boğulmanın sonu budur

* * *

32 - Ey kavmim, sizin için insanların korku ve dehşetten bağırıp bir birlerinden yardım isteyecekleri o çağırma gününden korkuyorum.

33 - Arkanıza dönüp kaçacağın gün Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allah kimi şaşırtırsa artık ona yol gösteren olmaz

Bu günde insanları mahşer alanına toplayan melekler çağırırlar. A'raftakiler cennetliklere ve cehennemliklere seslenirler. Cennetlikler cehennemliklere çağırırlar. Cehennemlikler de cennetliklere çağırırlar. Yani bu günde çağrışma değişik biçimlerde gerçekleşir. Bu güne "Çağrışma günü" adının verilmesi bağrışmaları, şuradan-buradan seslerin yükselişini çağrıştırmaktadır. Mahşeri kalabalık ve birbirinden davacı olma gününü tasvir etmektedir. İnanmış olan adamın şu ifadesiyle de uyum sağlamaktadır:

"Arkanıza dönüp kaçacağın gün Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz."

Bu, onların cehennemin korkunç çehresiyle karşılaştıklarında kaçmaları veya kaçmaya çalışmaları da olabilir. Ne yazık ki o gün koruyucu kimse yoktur. Ve kaçıp kurtulmanın zamanı da çoktan geçmiştir. O gün dehşete kapılma ve kaçmaya çalışma yeryüzünde büyüklük taslayan, zorbalık eden makam ve iktidar sahiplerinin ilk göze çarpan manzarasıdır!

"Allah kimi şaşırtırsa artık ona yol gösteren olmaz."

Herhalde bununla Firavun'un: "Ben sizi ancak doğru yola götürüyorum" şeklinde iddiasına gizlice işaret ediliyor. Buna ilave olarak hidayetin Allah'ın verdiği hidayet olduğuna Allah'ın saptırdığı kimseye artık yol gösteren olmadığına dikkat çekiliyor. Yüce Allah'ın insanların gerçek hallerini ve durumlarını bildiğine ve hangilerinin doğru yolu, hangilerinin ise sapıklığı hak ettiklerine işaret ediliyor

* * *

47 - Ateşin içinde birbirleriyle tartışırken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara dediler ki: "Biz size uymuştuk. Şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?'

Öyleyse güçsüzler de büyüklük taslayanlarla birlikte cehennemdedirler. Kuyruk oluşları, her gelene paşam demiş olmaları onları kurtarmamıştır! Hiçbir görüşü, iradesi ve tercihi olmayan güdülen bir koyun sürüsü olmaları onların cezalarım-azaplarını hafifletmemiştir! Oysa yüce Allah onlara şeref, onur bahşetmiştir. İnsanlık onuru, bireysel sorumluluk onuru, seçebilme ve özgürlük onuru bağışlamıştır. Fakat onlar bu özelliklerin hepsini hiçe saymışlar. Onlardan vazgeçmişler. Büyüklerin zalimlerin, idarecilerin ve yönetenlerin peşlerine takılmışlardır.. 'Onlara hiçbir zaman "Hayır" dememişlerdir. Hatta "Hayır" demeyi düşünmemişlerdir bile. Onların kendilerine söyledikleri üzerine düşünmedikleri gibi onların kendilerini sürükledikleri sapıklığı da düşünmemişlerdir. Orada sözleri: "Biz dünyada size uymuştuk" olacak. Doğal olarak onların yüce Allah tarafından kendilerine bağışlanan yeteneklerinden vazgeçmeleri ve büyüklerine uymaları Allah katında kendilerini kurtaracak değildi. Onlar da cehennemliktirler. Önderleri dünya hayatında nasıl onları koyunlar gibi güdüyor idiyse şimdi de tıpkı onları koyun sürüsü güder gibi cehenneme sürüklemişlerdir. İşte şimdi bu insanlar büyüklerine soruyorlar: "Siz şu ateşten küçük bir parçayı bizden savabilir misiniz?" Nitekim dünya hayatı boyunca kendilerini doğru yola ilettikleri bozgunculuktan onları korudukları kötülükten, zararlı şeylerden ve düşmanların tuzaklarından onları kurtardıkları imajını vermeye özen gösteriyorlardı! Büyüklük taslayanlara gelince bunlar güçsüzlerin bu isteklerinden dolayı canları sıkılıyor, göğüsleri daralıyor. Sıkıntı, üzüntü ve acı içinde, vaktiyle büyüklük tasladıktan sonra gerçeğe teslim olmuş halde onlara cevap verirler:

48 - Büyüklük taslayanlar: "Doğrusu hepimizde onun içindeyiz. Allah kulları arasında şüphesiz hüküm vermiştir" derler.

"Hepimiz ateş içindeyiz."

Hepimiz güçsüz haldeyiz. Ne yardım eden ne de imdada koşan kimsemiz var. Hepimiz eşit halde bu sıkıntı ve ızdırap içindeyiz. Burada büyükler ile onların izinde giden güçsüzlerin aynı durumda olduğunu göre göre ne diye bize soruyorsunuz?

"Allah kullar arasında şüphesiz hüküm vermiştir."

Hükmün tekrar gözden geçirilmesine imkan yok. Herhangi bir değişikliğin ve düzeltmenin yapılmasına da imkan yok. İş bitmiştir artık. İnsanların hiçbiri yüce Allah'ın verdiği hükümde ufak bir hafifletme yapamaz.

Hem büyükler hem de güçsüzler Allah'tan başka bir sığınak ve kurtarıcı olmadığını anladıklarında her iki kesim de herkesi saran bir zillet içinde cehennem bekçilerine yöneliyorlar. Büyüklerle güçsüzleri aynı hizaya getiren bir niyaz içinde onlara sesleniyorlar:

49 - Ateştekiler, cehennemin bekçilerine dediler ki: "Ne olur Rabbinize dua edin de hiç değilse bir gün, bizden azabı biraz hafifletsin."

Rabblerine dua etmeleri için cehennem bekçilerine yalvarıyorlar. Uğradıkları belanın şiddetini ortaya koyan dilektir bu. "Ne olur Rabbinize dua edin de hiç değilse bir gün, bizden azabı biraz hafifletsin". Bir gün olsun. Yalnız bir gün. Rahat nefes alacakları ve istirahat edecekleri tek bir gün. Demek ki, bir tek gün dahi duaya, yalvarmaya ve aracı kullanmaya değiyor.

Fakat cehennem bekçileri bu hazin, zavallı ve umutsuz yakarışlara gönül rahatlatan bir cevap vermiyorlar. Çünkü onlar ilkeleri biliyorlar. Allah'ın yasalarını ve zamanın çoktan geçtiğini biliyorlar. Bu nedenle onlar azarlamaları ve bu azaba düşüş nedenlerini hatırlatmaları ile azap içindekilerin ızdıraplarını daha da arttırıyorlar:

50 - Bekçiler dediler ki: "Peygamberleriniz size açık kanıtlar getirmezler miydi?" "Evet getirirlerdi " dediler. Bekçiler: "Öyleyse yalvarıp durun. Nankörlerin yalvarması hep çıkmazdadır" dediler.

Bu soru ve ona karşı verilen cevap, bundan sonra her tür diyaloğu anlamsız kılacak yeterliktedir. Burada cehennem bekçileri onlardan ellerini çekmektedirler. Aşağılayıcı ve alaycı bir tutumla onları umutsuzluğun kucağına terk etmektedirler.

"Bekçiler: Öyleyse yalvarıp durun dediler."

Eğer dua etmek sizin durumunuzda bir değişiklik yapacaksa buyurun siz kendiniz dua edin.

Ayet-i kerime tamamlanmadan bu duanın durumu ortaya konuyor:

"Nankörlerin yalvarması hep çıkmazdadır."

Ne yerine ulaşır, ne de amacına varır, ne de kabul edilir. Hem büyüklerin hem de onları izleyen güçsüzlerin ciddiye alınmamalarından ve aşağılanmalarından başka işe yaramaz.

İşte tam bu zor durumda bölümün hepsini kuşatan son yorum geliyor. Bu yorum, ilahi mesajı yalan sayıp büyüklük tasladıktan sonra başkalarına ibret olacak biçimde Allah'ın cezasına çarptırılan ve bu bölümden önce işaret edilen toplulukları da kapsamaktadır:

51 - Elbette biz, peygamberlerimize ve inananlara dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.

52 - O gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez, lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.

* * *

70 - "O, Kitab'ı duyurulması için elçilerimize gönderdiğimiz şeyleri yalanlayanlar, yakında bileceklerdir."

Bu, Allah'ın ayetlerinin sergilendiği bir ortamda O'nun ayetlerini kabul etmemek için tartışmaya girenlerin tutumlarına hayret etmenin ifadesidir. Bu hayret, ahirette onları bekleyen akıbetin açıklanması için bir giriş niteliğindedir.

"O, kitabı duyurulması için elçilerimize gönderdiğimiz şeyi yalanlayanlar..."

Aslında onlar bir tek kitabı, bir tek Peygamberi yalanlamışlardı. Fakat onlar bununla, bütün Peygamberlerin getirdiği her şeyi yalanlamış oluyorlardı. Zira tüm Peygamberler bir tek inanç sistemine çağırmışlardır. Bu da son Peygamber olan Hz. Muhammed'in (salât ve selam üzerine olsun) mesajında en mükemmel şeklini bulmuştur. Bu nedenle onlar, her Peygamberi ve her ilahi mesajı yalanlamış oldular. Tek olan gerçeğe ve tevhid akidesine çağıran Peygamberini yalanlayan önceki ve şimdiki herkes de aynı durumdadır. "Yakında bileceklerdir."

Sonra onların ileride neyi öğreneceklerini açıklıyor: Bu, sırf azap değil, azabın içinde aşağılanma ve horlanmadır.

71 - Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürükleneceklerdir.

Davarların ve yırtıcı hayvanların sürüldükleri gibi sürülerek horlanacaklardır! Onlara neden saygı gösterilsin ki artık? Kendi elleriyle onurlarının, şereflerinin damgasını söküp atanlar onlar değil mi? Bu azap ve bu aşağılama içinde sürülüp-çekildikten sonra gelip kaynar suya ve ateşe dayanıyorlar:

72 - Kaynar suda sonra da ateşte yakılacaklardır.

Yani onlar köpekler gibi bağlanacak ve hapsedileceklerdir. Onlar için belirlenmiş olan yer kaynar su ve alevlenmiş ateşle doldurulacaktır. Onlar da varıp oraya gireceklerdir.

Onlar bu aşağılayıcı azabın içindeyken kendilerine bir de azarlama, aşağılama, sıkıştırma ve çaresiz bırakma amacı ile sorular yöneltiliyor:

73 - Sonra onlara denilecektir Ortak koştuklarınız nerede? Allah'tan başka taptıklarınız?

Onlar bu soruya oyuna getirildiğini anlayan insanın hayıflanarak ve ümitsizlik içinde verdiği cevabı andıran bir şekilde cevap veriyorlar:

74 - Dediler ki: "Bizden uzaklaşıp kayboldular; hayır, meğer biz önceden hiçbir şeye tapmamışız. (Taptıklarımız hiçbir şey değilmiş)." İşte Allah kafirleri böyle şaşırtır.

Taptıklarımız kaybolup gittiler. Artık ne biz onlara varan bir yolu biliyoruz. Ne de onlar bize gelen yolu biliyorlar... Aslında biz daha önce hiçbir şeye çağırmamışız. Onların hepsi kuruntularmış, sapıklıklarmış!

75 - Bu durum sizin yeryüzünde haksız olarak şımarmanızdan ve aşırı derecede sevinip böbürlenmenizdendir.

76 - Cehennemin kapılarından, girin orada ebedi kalacaksınız. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.

İmdat! Zincirler ve bukağılar içinde kaynar su ve ateşe nerede sürükleniyorlar acaba? Öyle anlaşılıyor ki bu, bir giriştir. Sonra cehenneme girecekler ve orada ebedi olarak kalacaklardır. "Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür." Bu aşağılanma, büyüklük taslamadan kaynaklanmıştır. İşte bu horlanma da o büyüklenmenin cezasıdır.

Zillet, aşağılanma ve korkunç azap, Allah'ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşup-tartışma ve göğüsleri kabartan büyüklenmeyi tasvir eden bu sahne önünde... Evet işte bu sahne ve bu akıbet önünde Kur'an, Hz. Peygamber'e yöneliyor. Karşılaştığı büyüklenmeye ve yersiz tartışmalara karşı sabretmesi gerektiğini ve her halde yüce Allah'ın gerçek olan sözüne güvenmesi lazım geldiğini öğütlüyor. İsterse yüce Allah onlara ilişkin sözünün bir kısmını hayatında kendisine göstersin isterse onun hayatına son versin ki işi tamamen kendi üzerine alsın. Mesele bütünü ile Allah'ın elindedir, Peygamber'in görevi sadece bildirmektir. Sonuçta onların hepsi O'na dönecektir.