Nebe Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

17 - Muhakkak ki hüküm günü, belirlenmiş bir vakittir.

18 - Sur'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz.

19 - O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur.

20 - Dağlar yürütülür, serap haline gelir.

Gerçek şu ki insanlar boş yere yaratılmamışlardır ve asla başıboş kendi hallerine bırakılacak da değillerdir. Onların hayatlarını geçen ayetlerin değindiği gibi planlayan ve onu ifade edildiği gibi üzerinde yaşadıkları kainat ile ahenkli kılan Yaratıcının hiç müdahale etmeden onları kendi hallerine yaşamaya bırakması ve kendi başlarına ölmeye terk etmesi mümkün değildir. Kimi dünyayı düzeltsin,kimi orada bozgunculuk etsin sonra da bunların tümü yaptıklarına hiçbir karşılık görmeden toprakta çürüyüp gitsin. Kimi dünya hayatında doğru yolu bulsun o yolda yürüsün, kimi de sapıtsın sonra da her iki zümre aynı akıbeti paylaşsın. Kimi adil olsun, kimi zulümden ayrılmasın sonra da adalet de zulüm de heba olup gitsin. Ve yüce Allah da buna müdahale etmesin, bu asla mümkün değildir. Elbette ahirette, tüm yapılanların hükme bağlanacağı, iyi ile kötünün birbirinden ayrılacağı, her davanın görülüp hükme bağlanacağı bir gün vardır. Bu gün, çizilmiş, vaat edilmiş ve yüce Allah'ın katında belirli ve bilinen bir süreye bağlanmış bir gündür.

"Muhakkak ki hüküm günü belirlenmiş bir vakittir."

O gün, bu kainatın düzeninin alt-üst olacağı ve bu sistemi birbirine bağlayan bağların darmadağın olacağı bir gündür.

"Sur'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz. O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur."

Ayet metninde geçen "Sur" boru demektir. Bizler sur adına, ancak onun adını ve kendisine üfürüleceğini biliyoruz. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek için uğraşıp didinmek, bize düşmez, zaten bu, imanımıza iman katmayacağı gibi, yeni elde edeceğimiz bilgi de daha fazla etkilenmemizi sağlamaz. Yüce Allah gücümüzü, ne olduğunu araştırmak amacı ile bilmediğimiz bilinmezlerin peşine takılıp da dağılmaktan korumuştur. Ve bize bilinmezlerin bilgisinden yararlı olacak kadarını vermiştir. O halde bunun daha ötesine geçmek bize düşmez. Biz ancak insanları yeniden dirilten ve insanların kendisine doğru bölük bölük geleceği, herkesi toplayıcı olan üfürmeyi kafamızda canlandırabiliyoruz... Şu sahneyi ve varlıkları nesil nesil kaybolan ve sınırlı yeryüzü kendilerine dar gelmesin diye orayı kendinden gelen nesillere bırakan insanları canlandırabiliyoruz. Bütün bu yaratıkların sahnesini canlandırabiliyoruz. Bölük bölük... Yeniden dirilmiş, ayağa kalkmış, her yoldan toplanacakları yere akan insan kalabalıklarını kafamızda canlandırabiliyoruz. Açılmış kabirleri ve bunca yaratıkların orada ayağa kalktıklarını düşünebiliyoruz. ilk giden nesillerin, kendilerinden sonra gelenleri tanımadığı, bir araya gelmiş yığın yığın insan topluluklarını hayal edebiliyoruz. Bugünden başka hiçbir vakitte ve hiçbir zamanda bir araya gelmemiş olan şu yığın yığın kalabalıkların verdiği dehşeti kafamızda canlandırabiliyoruz. Ama ne zaman? Bunu bilemiyoruz. Bildiğimiz şu kainatta büyük olayların ve muazzam korkunç değişikliklerin olacağıdır.

"O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur. Dağlar yürütülür, serap haline gelir."

Sağlam yapılı gökyüzü, başka surelerde ve başka yerlerde değinildiği gibi, bizim daha önce bilmediğimiz bir biçimde açılacak ve kapı kapı olacaktır. Gök yarılıp birbirinden ayrılacaktır. Birer kazığı andıran köklü sabit dağlar yerlerinden yürütülecek ve birer serap birer hayal olacaktır. Dağlar ufalanmış, hurda haş olmuş, aşınmış, başka surelerde ve başka yerlerde değinildiği gibi havanın hareket ettirdiği uçuşan toz-toprak zerrecikleri haline gelmiştir. Bundan dolayı dağların gerçek olmayan serap gibi varlığı kalmıştır. Ya da dağlar birer toz zerrecikleri halinde iken kendilerine ışık vuracak ve serap gibi görüneceklerdir. Gözle görülen kainatta olacak değişikliklerden ortaya çıkacak korku, sura üfürüldükten sonra toplanma günü belirecek korku gibidir. İşte bir hikmet ve yönetim uyarınca planlanmış olan "hesap günü" budur.

İNKARCILARA LAYIK SON

İfadenin akışı sura üfürülmesinin ve mahşere toplanmanın ardından bir adım daha atıyor ve azgınlarla, zalimlerle; muttakilerin akıbetlerini sergiliyor. Buna ilk gruptan yani o günü yalanlayanlardan ve o büyük haberi birbirine soranlardan başlıyor.

21 - Cehennem de suçluları gözetleyip durmaktadır.

22 - Orası azgınların varacağı yerdir.

23 - Orada sonsuza dek kalacaklardır.

24 - Orada ne bir serinlik ne de içilecek bir şey tadarlar.

25 - Yalnız kaynar su ve irin içerler.

26 - Yaptıklarına uygun bir ceza olarak

27 - Çünkü onlar bir hesap görüleceğini ummuyorlardı.

28 - Ayetlerimizi de tamamen yalanlamışlardı.

29 - Biz de her şeyi sayıp yazmıştık.

30 -Şimdi tadın, artık size azaptan başka bir şeyi artırmıyacağız.

Gerçek şu ki cehennem yaratılmış ve var edilmiştir ve azgınları bekleme yeridir. Gerçekten cehennem onları beklemekte ve gözetmektedir, azgınlar oraya vardıkları zaman bir de ne görsünler cehennem kendileri için hazırlanmamış mı! Bir de ne görsünler? Kendilerini karşılamak için hazır değil mi! Sanki azgınlar ve zalimler, yeryüzünde bir yolculuğa çıkmışlar sonra da asıl barınaklarına geri dönmüşlerdir. Sanki onlar yıllarca sürecek, upuzun yeni bir yerleşim için yuvalarına ve barınaklarına geri gelmektedirler.

"Yaptıklarına uygun bir ceza olarak orada ne bir serinlik ne de içilecek bir şey tadarlar. Yalnız kaynar su ve irin içerler."

Sonra yüce Allah bu yargının yani hiçbir şey tadamayacakları yargısının istisnasını getiriyor... Aman Allah'ım istisna daha da acı daha da felaket. "Yalnız kaynar su ve irin..." Ancak boğazlarını ve karınlarını yakıp kavuracak kaynar suyu tadacaklar. Serinlik namına bulacakları budur İşte. Ve yine ancak yananların vücutlarından akan ve damlayan irini tadacaklar. içecek namına bulacakları da budur.

"Yaptıklarına uygun bir ceza..." Amel birikimlerine ve yaptıklarına uygun ceza budur... "Çünkü onlar bir hesap görüleceğini ummuyorlardı." Ve cehennem gibi bir barınağa varacaklarını beklemezlerdi. "Ayetlerimizi de tamamen yalanlamışlardı." ifadede yer alan sözcüklerin tonundaki şiddet, onların yalanlamalarının şiddetini ve bunda ne kadar ısrarlı olduklarını ilham ediyor.

Yüce Allah onlara yaptıkları her şeyi hiçbir harfi dışarıda bırakmaksızın inceden inceye sayarken ve "Biz de her şeyi sayıp yazmıştık." derken tam bu sırada belki verilen ilahi kararda bir değişiklik olabilir ya da yapılan azap hafifletilebilir şeklinde doğacak her ümidi boşa çıkaracak kınama geliyor. Ve "Şimdi tadın artık size azaptan başka bir şeyi artırmayız" buyuruyor.

İNANANLARA LAYIK OLDUKLARI MÜKAFAT

Sonra, cehennemdeki azgınların ve zalimlerin sahnelerinin ardından, karşı sahne, nimetler içinde yüzen müttakilerin sahnesi gelmektedir.

31 - Takva sahipleri içinde başarı ödülü vardır.

32 - Nice bahçeler, bağlar,

33 - Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve

34 - Dolu dolu kadehler

35 - Orada ne boş bir söz ve ne de yalan işitirler.

36 - Bunlar Rabbinin katından yaptıklarına karşılığı verilenlerdir.

Ahiret yurdunda cehennem azgınlar ve zalimler için bir gözetleme yeri ve barınak olduğuna göre, oradan asla kurtulamayacaklarına ve başka bir yere gidemeyeceklerine göre, müttakiler de buna karşın (Bahçeler ve üzüm bağları) şeklinde simgelenen kurtuluş yerine ve barınağa gideceklerdir. Yüce Allah'ın bunca meyvenin arasından üzümü seçmesi ve onu belirlemesi, Kur'an'ın ilk kez seslendiği o günkü Arap toplumunun, üzümü tanımış olmalarındandır. Ayet metninde yer alan "Kavaib" memeleri büyüyüp tomurcuklanmış genç kızlar "etrab" ise bir yaşta ve aynı güzellikte "Ke'sen dihaka" ise, dolu kadehler demektir.

Burada sıralanan nimetler insanın kavrama yeteneklerine yaklaştırıldıkları için duyu organları ile dış yüzleri kavranabilir somut nimetlerdir. Ama tatlarının gerçek niteliklerine ve bunlarla doyuma ulaşmaya gelince yeryüzü sakinleri bu yeryüzünün kavrama yeteneklerine ve düşünce yapısına bağlı kaldıkları sürece, bunun nasıl olacağını asla kavrayamazlar.

Bir de bu nimetlere ek olarak, kendilerine, vicdanın tadına vardığı ve aklın kavrayabildiği bir atmosfer sağlanmıştır. "Orada ne boş bir söz ve ne de yalan işitirler." Orada yaşadıkları hayat, boş sözlerden ve tartışmanın eşlik ettiği inkarcılıktan korunmuş bir hayattır. Çünkü gerçek, üzerinde tartışmaya ve inkar etmeye ve içinde hiçbir yarar olmayan boş söze yer olmayacak kadar apaçık ortadadır. Bu öyle bir yücelik öyle bir doyumdur ki tam edebiyat yurduna layıktır.

"Bunlar Rabbinin katından yaptıklarına, karşılığı verilenlerdir."

Burada, ifadede güzelliği ve ayette yer alan "ceza" ve "atâ" sözcüklerinin birbirinden ayrılarak sağlanan müzikal ahengi sezebiliyoruz... Nitekim hemen hemen surenin ayet sonu kafiyelerine yerleştirilmiş olan etkiyi de görüyoruz. Zaten bu, tüm cüzde kısaca göze batan apaçık bir olgudur.

RAHMANIN HUZURUNDA

Yukarıda sıralanan tüm bu olayların olduğu, soranların birbirlerine sordukları ve bazılarının üzerinde görüş ayrılığına düştükleri o günün sahnelerini tamama erdirmek için surede son sahne gelmektedir Bu sahnede Cebrail (a.s.) ile Melekler Rahmanın huzurunda boyunlarını eğmiş korku içinde saf tutarak ayakta beklemektedirler. O yüce ve heybetli huzurda ancak Rahmanın izin verdiği kimseler konuşabilmektedir.

37 - O, göklerin yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, önünde kimsenin konuşamayacağı Rahman olan Allah'tır.

38 - Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.

Geçen bölümde anlatılan bu karşılık, yani azgınların ve zalimlerin cezaları ile müttakilerin mükafatları evet bu karşılık "Senin Rabbindendir." Evet tüm bu karşılıklar "Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbinden"dir. Bu ifadeler, biraz sonra değinilecek büyük gerçek ve dikkat çekilecek nokta için hazırlanmış uygun bir ortamdır. Bu gerçek, tüm insanları kapsadığı gibi, gökleri, yeryüzünü dünyayı ve ahireti kapsayan bir tek ilahın olduğu gerçeğidir. Bu gerçek, her zulüm ve azgınlığa ve her takvaya hak ettiği karşılığı verecek olan ve dünyanın da ahiretin de sonunda varıp kendisine dayanacağı bir tek ilahın olduğu gerçeğidir... Sonra o yüce ilah "Rahman"dır. Azgınlara ve müttakilere verecek olduğu bu karşılık rahmetinin gereğidir. Dahası azgınlara ve zalimlere vereceği azap bile yüce Allah'ın rahmetinin eseridir. Kötülüğün cezasını bulması ve sonunda akıbetinin iyilikle aynı olmaması da, O'nun rahmetinin eseridir.

Rahmetin yanı sıra büyüklük ve ululuk vardır. Çünkü, o korkunç ve dehşetli günde, Cebrail'in ve diğer meleklerin "Konuşmadan dizi dizi durdukları" o günde "O'nun izni olmadan kimse konuşamayacaktır." Ancak Rahman'ın izin verdiği konuşacaktır ve doğruyu söyleyecektir. Zaten Rahman da ancak doğru söyleyeceğini bildiği kimseye konuşma izni verecektir.

Yüce Allah'a yakın olan ve her türlü günahtan ve isyandan temiz ve uzak olan meleklerin sergiledikleri manzaralar, evet onların böylesine susmuş ancak izin verildikten sonra ve ölçülü konuşmalarının manzaraları, sunulan atmosfere, heyecan, korku, heybet, yücelik ve vakar vermektedir. İşte bu sahnenin ışığı altında bir uyarı haykırışı ve yaptığına aldırmayan mahmurluk içinde gaflet uykusuna dalmışları sarsacak, bir sarsıntı kopar.

39 - işte gerçek gün budur. Dileyen kimse Rabbine götürecek bir yol benimser.

40 - Sizi yakın gelecekteki azapla uyardık; o gün kişi elleriyle sunduğuna bakar ve inkarcı da "Keşke toprak olsaydım" der.

"Bu gerçek gün"ün bir gün geleceği hakkında, kuşkuya düşüp de birbirlerinin görüşünü soran o kimselere çok sert bir sarsmadır bu. Bu gerçek gün, bir gün kaçınılmaz olarak gelecektir. Bu konuda soruşturma yapmaya ve görüş ayrılığına düşmeye hiç yer yoktur. Fırsat henüz daha eldedir. Dileyen, cehennem kendisine gözetleme yeri ve barınak olmadan "Rabbine götürecek bir yol benimser."

Meleklerin sergilediği sahnenin ışığı altında ortaya çıkan uyarı da gaflet uykusuna dalmışları kendilerine getirecek bu uyarıdır. "Sizi yakın gelecekteki azapla uyardık: " Evet bu azap yakındır uzak değildir. Cehennem sizleri beklemektedir, sizleri gözetlemektedir. Hem de bu ayetlerde gördüğünüz biçimi ile... Çünkü içinde yaşadığınız dünya bütünü ile kısa bir yolculuktan ve yakında bitecek bir ömürden ibarettir. Ve ardından bir korku azabı gelmektedir. Kafire yok olmayı var olmaya üstün tutturacak bir azaptır bu. "O gün kişi elleriyle yaptıklarını görür ve kafir de 'Keşke toprak olsaydım' der." Kafir bu sözü ancak dayanılmaz sıkıntıya ve şiddete düştüğü zaman söyler.

Bu öyle bir ifade ki, atmosfere heybet ve pişmanlık vermektedir. Hatta insan denen varlık yok olup ortadan kalkmayı kimsenin önem vermeyeceği değersiz bir nesne haline gelmeyi temenni eder. Ve insan yok olmayı, ya da değersiz bir nesne olmayı, o şiddetli ve korkunç durumla yüz yüze gelmekten daha hafif bulur. Evet insan o büyük haber hakkında birbirlerine soruşturma yapanların sorularına, kuşkuya düşenlerin kuşkularına ahirette bir karşılık olan o durumla yüz yüze gelmektense, yok olmayı ya da değersiz bir nesne olmayı tercih eder.