Tur Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

1 - Andolsun Tur'a.

2 - Satır satır yazılmış Kitap'a;

3 - Yayılmış ince deri üzerine.

4 - Ma'mur bir ev olan Ka'be'ye.

5 - Yükseltilmiş tavan gibi göğe.

6 - Kaynatılmış denize

7 - Rabbinin azabı hiç şüphesiz gelecektir.

8 - Ona engel olacak bir şey yoktur.

9 - O gün gök, sarsıldıkça çalkalanacak.

10 - Dağlar bir yürüyüş yürür ki...

11 - O gün, yalanlayanların vay haline.

12 -- Ki onlar o daldıkları batı! içinde oyalanıp duranlardır.

13 - O gün şöyle denilerek cehennem ateşine itilirler:

14 - "İşte yalanlayıp durduğunuz cehennem budur!"

15 - "Bir büyü müdür bu, yoksa görmüyor musunuz?"

16 - "Girin ona ister dayanın, ister dayanmayın"' sizin için birdir. Anlattıklarımıza göre cezalandırılacaksınız."

Allah Teala, bu muazzam Yaratıklarının üstüne yemin ederek, büyük bir olayın olacağını açıklamaktadır. Ve bu büyük olayı, insanın duygularını bu etkileyiciler aracı ile etkileyerek onu karşılamaya hazır hale getirdikten sonra açıklamaktadır.

Bu büyük olay, "Rabbinin azabı hiç şüphesiz gelecektir. Ona engel olacak bir şey yoktur" gerçeğidir. Bu kesinkes olacaktır ve hiç kimse önleyemeyecektir. Bu iki ayetin gerek vurguları gerekse duraklarının etkileri kesindir ve susturucudur. Ve insana, Allah'ın azabının birden geleceğini, mahvedici olduğunu ve ona karşı hiçbir koruyucu ve engelleyicinin bulunmayacağını anlatmaktadır. Bu vurgulama, insanın duygularına arada hiçbir engel olmadan ulaştığı zaman insanı derinden sarsar, lime lime eder ve ona yapacağını yapar.

"O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar o daldıkları batıl içinde oyalanıp duranlardır."

Yüce Allah'ın felaket bedduası, felakete hüküm vermesi ve hemen yerine getirmesi demektir. O halde bu hüküm çaresiz yerini bulacaktır, onu geri çevirecek hiçbir güç yoktur. Göğün sarsıldıkça sarsıldığı, dağların yürüdükçe yürüdüğü gün bu hüküm mutlaka yerini bulacaktır. Bu korku ile o felaket birbirine son derece uygun düşmektedir. Ve bunların tümü "Daldıkları batıl içinde oyalanıp duran" yalanlayıcıların üstüne yağmur gibi yağacaktır.

Bu nitelik, daha başta o müşriklere onların çelişik inançlarına ve tutarsız düşüncelerine ve sonra da bu inanç ve düşünce üzerine kurulu hayallerine uygun düşmektedir ki Kur'an-ı Kerim birçok yerde bunları anlatır ve canlandırır. Onların hayatları ciddiyetten uzak bir oyundur. Suya dalıp oynamaktan başka bir hedef veya sahil (kıyı) gözetmeksizin suya dalan oyuncu gibi hayatları hedefsiz bir eğlencedir onların.

Elbette müslümanın hayatı son derece büyüktür. Çünkü müslümanın hayatı bu muazzam varlık alemi ile ilişkisi ve varlık alemindeki hayata etkisi olan büyük bir görevi yerine getirmek için vardır. Bundan dolayı müslümanın hayatı boş işlerde, oyuna, eğlenceye, lüzumsuz şeylere dalarak geçirilmeyecek kadar değerli ve yücedir. Müslümanın varlık aleminin içyüzü ile ilgili bu büyük görev düşüncesinden doğan değer ölçüleri ile karşılaştırıldığı zaman yeryüzünde insanların değer ölçülerinin birçoğunun, boş, eğlence, oyalanma ve anlamsız işlere dalmadan ibaret olduğu görülmektedir.

Vay batıl içinde oyalanıp eğlenenlere. "O gün şöyle denilerek cehennem ateşine itildiler." Dehşetli bir tablo bu. Ayette yer alan "Da" sözcüğü, bir kimsenin arkasından öne doğru itilmesi demektir. Arkadan itilip kakılma cezası, ciddiyetten uzaklaşan, oyun ve eğlenceye dalan sonra da çevrelerinde olup bitenlere dikkat etmeyen kimselere uygun bir cezadır. Bundan dolayı onlar oraya itile kakıla sürülürler ve götürülürler.

Nihayet bu itiş kakışla ve sürülüşle ateşin kenarına varınca kendilerine denilir ki:

"İşte yalanlayıp durduğunuz cehennem budur."

Onlar bu çilenin içinde kıvranıp, kendi arzuları dışında önlerinden cehennem arkalarından itilme kıskacında iken, bir de başlarına rezil edilme, azarlanma gelir ve daha önceki yalanlamalarına da bir îmâ olarak "Bir büyü müdür bu, yoksa görmüyor musunuz?" denir onlara. Hani onlar Kur'an için "bir büyüdür" diyorlardı ya, işte şu anda gördükleri ateş de bir büyü müdür? Yoksa korkunç ve dehşetli gerçeğin ta kendisi midir? Yoksa onlar Kur'an-ı Kerim'deki gerçekleri görmedikleri gibi, bunu da bu ateşi de mi görmüyorlar?

Bu acı ve alay dolu azarlamadan sonra, kendilerine hemen kötü bir ümitsizlik ile ödül veriliyor:

"Girin ona ister dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Ancak yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız: "

Böyle bir felakete uğramış birisi için sıkıntıya katlanmanın da katlanmamanın da bir olduğunu bilmekten daha zor bir şey yoktur. Çünkü azap başa gelmiştir. Onu engelleyecek kimse de yoktur. Sabredilse de çığlık atılsa da aynı acılar çekilecektir. İster dayansın ister sızlansın orada kalması kesin ve kararlaştırılmıştır. Bunun nedeni, yapılmış olanların karşılığı olmaktan başka bir şey değildir. Bu cezanın nedeni, daha önce yapılmış olanlardır. Artık değiştirilmesi söz konusu değildir.

Böylece ilk bölümde olduğu gibi, bu korkunç tablo şiddetli etkileri ile son buluyor. İkinci bölüme gelince, o da aynı şekilde duyguları coşturuyor, harekete geçiriyor. Ama bu harekete geçirme azaptan ötürü değil de rahattan, bolluktan, karşı konulmaz nimetlere çığlıktan ve özellikle de o iç karartıcı azap sahnesini izledikleri için daha da etkili olmaktadır.

17 - Allah'a karşı gelmekten sakınanlar da cennetlerde, nimet içindedirler.

18 - Rabblerinin kendilerine verdikleriyle sefa sürerler. Rabbleri onları, cehennem azabından korumuştur.

19 - "Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için; "

20 - "Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak." Onları, iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

21 - İnanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır.

22 - Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.

23 - Orada bir kadehi kapışırlar fakat onda ne saçmalama vardır, ne de günaha sokma.

24 - Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında dolaşırlar.

25 - Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:

26 - Derler ki: "Daha önce biz, ailemiz içinde korkardık."

27 - "Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu."

28 - "Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O."

Bu sahne, somut nimet sahnelerine çok benzer imajlardan oluşan bir sahnedir. Duyguların çocukluk dönemine seslenirler. Vicdanları saf haldeki somut hazlarla cezbederler. Bu tablo kupkuru kaskatı ve eğlenceye dalan kalplerin karşılaştığı şiddetli azaba karşılıktır.

"Allah'a karşı gelmekten sakınanlar da cennetlerde, nimet içindedirler." "Rabblerinin kendilerine verdikleriyle sefa sürerler. Rabbleri onları, cehennem azabından korumuştur."

Bu surede sahneleri gösterilen cehennem azabından kurtuluş bile tek başına bir nimet ve lütuftur, bir de yanında "Cennetlerde nimet içindedirler" müjdesi olursa, Rabblerinin kendilerine verdiğini tadarak, beğenerek yemek olursa nimet ne de katmerlenir?

Bir de nimetlerin ve lezzetlerinin yanında şereflendirme ve afiyet olsun dilekleri vardır:

"Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için."

Başlı başına en şerefli bir nimettir. Çünkü böylesi gerekli bir seslenişe muhatap oluyorlar ve içinde yüzdükleri nimetleri hak ettikleri ilan olunuyor. "Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak." Düzgün olarak dizilmiş bu tahtlara yaslanmakla nimetler içerisinde arkadaşları ile toplanmanın zevkini tadıyorlar. "Onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir." Huri, insanın aklından geçen en güzel eğlenceyi simgelemektedir.

Onlara yapılan şereflendirme bir adım daha ileri gidiyor. Çünkü bir de bakıyorlar ki, kendi soylarından gelen mü'minler de bu nimetler içerisinde kendileri ile bir aradadırlar. Bu da gözetme ve önem vermeyi bir kat daha artırıyor. Kendi soylarından gelenlerin amelleri müttakilerin seviyesinden az olsa bile madem ki bunlar da imanlıdırlar bir şey fark etmez. Ayrıca bu babaların amel ve mertebelerinden hiçbir şeyi eksiltmeyecektir. Sorumluluğun kişisel olması ve herkesin kazandığı amellerle hesaba çekilmesi prensibini de zedelemeyecektir. Bu ancak ve ancak yüce Allah'ın hepsine lütfü ve ihsanıdır.

Burada tablo, sözü yine önceki nimetler yurdundaki çeşitli nimet ve zevkleri sergilemeye getiriyor. İşte istedikleri cinsten meyveler ve etler onlara. Ve işte orada kadehler kaldırıyorlar. Ama bu dünya içkilerinden değil. Çünkü dünya içkileri dudak ve dillerden boş ve yakışık almayan sözler çıkmasına yol açar. Duygulara ve organlara günah ve isyan tohumları eker. Ama bu öyle mi? Bu ancak ve ancak arınmış ve temizlenmiştir. "Onda ne saçmalama vardır ne de günaha sokma". Onlar şarabı birbirlerine veriyor ve topluca içiyorlar. Bu da aralarında kaynaşmayı, lezzeti ve nimeti bir kat daha artırıyor. Öte yandan, tertemiz masum ve parlak yüzlü genç çocuklar (gılman) hizmetlerinde bulunuyor, kâselerini doldurmak için aralarında dolaşıyorlar. Ki bu çocuklar temiz mi temiz, her türlü kirden uzaktırlar. Bunlar öyle çocuklar ki temizlik onlarda, masumluk onlarda, cömertlikte onlarda... Onlar "Sedefteki inciler gibi"dirler. Bu da bu hoş meclisin organlarda ve kalplerde zevk ve tadını daha da katmerleştirir.

Bu tatlı ve sevimli sahnenin atmosferini tamama erdirmek için yüce Allah, aralarında geçen sohbetlerini, geçmişlerini yad etmelerini ve gark oldukları nimet, güzellik, bolluk, rahatlık, hoşnutluk ve emniyetin sebeplerini birbirlerine sıralamalarını yansıtmakta ve canlandırmaktadır. Ve gönüllere bu nimetin sırlarını açıklamakta ve onlara bu nimete götüren yolu göstermektedir.

"Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar."

"Derler ki: 'Daha önce biz, ailemiz içinde korkardık.'"

"Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu." "Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O"

O halde bu nimetlerin sırrı, onların bu günden sakınarak hayat sürdürmüş olmalarıdır. Rabbleri ile karşılaşmanın korkusunu içlerinde duyarak hayat sürmeleridir. Rabblerinin hesaba çekmesinden korkarak yaşamalarıdır. Ve nihayet insana aldatıcı emniyet hissi veren, insanı oyalayıp meşgul eden ailelerinin arasında yaşamakla birlikte bunlara aldanmayıp, onlarla meşgul olmamalarındandır. İşte o zaman yüce Allah kendilerine lütfetmiş ve kendilerini yakıp kavurucu zehir gibi vücuda sızan semum azabından korumuştur. Yüce Allah kendilerinin takvalarını, korkularını ve huşularını bildiği için kendi katından bir lütuf ve ihsan olmak üzere onları korumuştur. Onlar bunu bilmektedirler. Onlar ulu Allah'ın fazlı ve ihsanı olmadan sadece amelin insanı cennete sokamayacağını bilmektedirler. Amelin, insanın olanca gücünü harcadığına, kulun yüce Allah'ın katındaki şeyleri arzu etmiş olduğuna tanıklık etmekten öte bir fonksiyonunun olmadığını da bilmişlerdir. İnsanı Allah'ın ihsanına layık kılan da budur işte.

Onlar Allah'tan çekinip korkmalarının yanında O'na dua ediyorlardı:

"Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık."

Ve onlar, Allah'ın kullarına karşı ihsan ve rahmetinin olduğunu biliyorlardı.

"Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O."

Böylece nimet diyarında, ikrama eren kurtulmuşlar zümresinin kendi aralarındaki fısıltılı konuşmalarından, oraya ulaşma yollarının sırrı ortaya çıkmış oluyor.