Yasin Sûresindeki Kıyamet Sahnesi

48 - Ve "eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ettiğiniz azap ne zaman gelecek " diyorlar.

49 - Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı beklerler.

50 - O zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler.

51 - Sur'a üflenince, kâbirlerinden Rabb'lerine koşarak çıkarlar.

52 - Dediler; "vah bize, bizi yarattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş. "

53 - Sadece bir tek nara olur, hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler.

54 - O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz."

Yüce Allah'ın vaadi ne insanların istemesi ile erken gelir, ne de onların istemesi ile geri kalır. Her şey yüce Allah'ın katında bir ölçüye göredir. Ve her iş belirlenmiş olan vaktine bağlıdır. Tüm olaylar, yüce Allah'ın her şeyi yerli yerine koyan her olayı kendi zamanına yerleştiren şu evrenin içinde olan eşya ve canlıların levh-i mahfuzda takdir edilmiş biçimde akıp gitmesini sağlayan, ezeli hikmetine uygun olarak tam zamanında meydana gelir...

Yukarıda geçen inkârcı sorunun cevabına gelince, bu cevap kıyamet sahnelerinin birinde gelmektedir. Onlar bu sahnede bu vaadin ne zaman gerçekleşeceğini değil nasıl gerçekleşeceğini görecekler.

Yalancılar soruyorlar: "Ve eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ettiğiniz azap ne zaman gelecek diyorlar." Ve bu soruya çarpıcı bir sahne cevap olarak gelmektedir... Diri olan her şeyi yıldırım gibi vuran, hayatı ve hayatta kalanları bitiren bir çığlık...

"Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı beklerler." "O zaman artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler."

Bu çığlık onlar hayat sahnesinde mücadele ve didişmeye daldıkları, o çığlığı hiç ummadıkları ve onu hiç de hesaba katmadıkları anda ansızın gelip yakalar... Artık onlar bitmiştir... Herkes bulunduğu durum üzeredir. Geride bıraktığını kimseyi devredemez, ailesine dönüp de bir tek kelime bile söylemez. Onlar neredeler? Onlar da aynen kendisi gibi oldukları yerde toplanmışlardır.

Bir süre sonra Sur'a üflenir. Ve derhal kâbirlerinden silkinip kalkarlar. Dehşet ve korku içinde birbirlerine sormaya başlarlar: "Dediler; vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" Sonra şaşkınlıkları bir nebze yatışınca, olup biteni anlayıp kavrarlar:

"İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş." derler.

Bu sesleniş, duyulur duyulmaz... Birden şu aklı başından gitmiş, şaşkın, perişan ve dehşet içinde kalmış bir durumda, insan yığınları hızlı adımlarla Rabb'inin huzuruna gitmektedirler. "Sadece bir tek nara olur, hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler." Ve saflar düzenlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar ses hızıyla ilâhi huzurda herkes hazır hale gelir. Ve birden yüce karar mahşerin havası, hesaba çekilmenin ve gerekli karşılığı görmenin dehşeti içinde herkese ilan edilir: "O gün hiç kimseye haksızlık yapılmak ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz."

Her üç sahnenin büyük bir hızla gerçekleşmesi ile, apaçık olan vaat günü hakkında tereddüt ve şüpheye düşenlere verilen red cevabı arasında bir uyumluluk vardır.

Sonra ilâhi ifadenin akışı, müminlerin hesaba çekilme manzarasını canlandırmamakta ve hemen onların elde ettikleri nimetleri sergilemektedir.

55 - Doğrusu bugün, cennetlikler eğlence ile meşguldürler.

56 - Kendileri ve eşleri gölgelerde, koltuklara yaslanmışlar.

57 Orada her çeşit meyve onlar içindir. Bütün arzuları yerine getirilir.

58 - Merhametli olan Rabb katından onlara selâm vardır.

Bugün cennetlikler, içinde yüzdükleri nimetlerle meşguldürler, lezzet içinde mutlu, cennet meyvelerini tatmakta ve yemektedirler. Ve onlar gölgeler altında cennetin serin meltemi ile dinlenmektedirler. Ve rahatlık ve içinde, kendileri ve eşleri tahtlar üzerinde yaslanmaktadırlar. Orada her türlü meyve ve diledikleri her şey onlarındır. Ve bu güzel ağırlama ve nimetlerle karşılamanın yanında bir de kerim olan Rabb'lerinden elde ettikleri, doğrudan doğruya rahmeti çok geniş olan Rabb'lerinin sözü olan "selâm" onlarındır.

MAHŞERDEN BİR TABLO

59 - "Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın. "

60 - "Ey insanoğulları, size and vermedim mi?" Şeytana tapmayın o sizin apaçık düşmanınızdır.

61 - "Bana tapın doğru yol budur. "

62 - And olsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştır, akletmez misiniz?

63 - İşte bu, söze vaat edilen cehennemdir.

64 - İnkârınızdan dolayı bugün oraya girin.

65 - O gün ağızlarını mühürleriz, elleri bize söyler ayakları yaptıklarına şahitlik eder.

Gerçekten onlar hakâret ve azarlamaya uğruyorlar. "Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın" Müminlerin uzakta şöyle ayrılın bakalım:

"Ey insanoğulları, size and vermedim mi? Şeytana tapmayın o sizin apaçık düşmanınızdır."

Burada onlara "Ey Ademoğulları" diye hitap edilmesinde ne büyük bir azarlama vardır. Çünkü şeytan babalarını cennetten çıkarmıştır, sonra onlar şeytan kendilerine apaçık bir düşman olduğu halde tutup ona uymuşlardır. "Bana tapın, doğru yol budur" Bana ulaşan ve benim hoşnutluğuma götüren yol bu yoldur.

Ve sizler, içinizden bir çok nesilleri yoldan çıkaran düşmanınızdan sakınmadınız. "Akletmez misiniz?"

Ve bu çetin ve aşağılayıcı durumun sonunda, yüce Allah kınama ve aşağılama üslubu içinde elemli cezayı onlara açıklamaktadır:

"İşte bu, size vaat edilen cehennemdir." "İnkârınızdan dolayı bugün oraya girin."

Bu sahne, eziyet verici tablo ve içerdiği bölümlerle kalmıyor. Aksine yüce Allah, onların durumlarını sergilemeye devam ediyor. İşte hayret verici yeni bir sahne ile karşı karşıyayız!

"O gün ağızlarını mühürleriz, elleri bize söyler, ayakları yaptıklarına şahitlik eder."

Böylece onların kendi parçası kendilerini rezil eder ve organları aleyhlerine tanıklık eder. Ve bütün benliği parça parça olup, birbirini yalanlamaya başlar. Her organ tek başına Rabb'ine döner ve her organ yaratıcısına teslim olmak üzere O'na döner.

Bu gerçekten hayret verici, korkunç bir tablodur. Bunu hissedebilen kalpler korkudan yerinden oynar.

İşte sahne böylece son buluyor. Onların hiç bilmedikleri ve beklemedikleri şekilde dilleri bağlı, elleri konuşmakta ve ayakları tanıklık etmekte. Eğer yüce Allah dileseydi onlara daha başka türlü davranırdı. Ve onlara dilemiş olduğu daha başka belalar verebilirlerdi... İşte burada yüce Allah, şayet dileseydi verebileceği iki çeşit belayı sergiliyor.

66 - Dilersek, gözlerini kör ederdik de, yol bulmaya çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi.

67 - Dileseydik kılıklarını değiştirip onları oldukları yerde dondururduk, ne ileri gidebilir, ne de geri dönebilirdi.

Bu iki tabloda bela ve musibet kadar alay ve istihza vardır. Alay yalanlayanlara, istihza ise "Ve eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit ettiğiniz azap ne zaman gelecek" diyerek alaya alanlardır.

Birinci tabloda inkârcılar tamamen kördürler. Sonra bu kör halleriyle sıratta koşmakta, onu geçmek için ileri atılıp kalabalık oluşturmakta yarışan körler gibi, birbirlerini çiğnemekte ve çarpışıp düşmektedirler. "Nasıl görebilirlerdi"

İkinci tabloda ise oldukları yerde donakalmış, biraz önce kör halleriyle koşmaya çalışan ve yolda düşüp kalkan bu insanlar bu kez, ileri geri kımıldayamayan heykeller dönüşmüşlerdir.

Gerçekten bunlar her iki tabloda da,. biblo ve oyuncak gibi alay ve eğlenceyi çağrıştıran bir halde görünmektedirler. Kendileri de bir zamanlar ilahi tehdidi hafife alır ve alay ederlerdi.

Bütün bunlar, acele ettikleri belirli gün gelince olacaktır. Eğer onlar yeryüzünde kendi hallerine bırakılıp, vaat edilen belirli güne ulaşmadan kendilerine bir mühlet verilse de uzun yıllar yaşasalar, öyle bir belaya girerler ki, artık bir an önce ölüp kurtulmayı kendileri isterler. Bu bela kocayıp yaşlanmaktır. Sonra bunamaktır, şuur ve düşüncede tersine dönmektir... İşte onların gide gide varacakları nokta budur.